29 Mart 2012 Perşembe

Akıl Hastalığı





TÜRK CEZA HUKUKUNDA AKIL HASTALIĞI VE SONUÇLARI


“MENTAL ILLNESS IN TURKISH CRIMINAL LAW AND ITS CONSEQUENCES”

                                                                                              Yrd. Doç. Dr. Sinan BAYINDIR*

Özet
Bu çalışmamızda derecesine göre kusurluluğu kaldıran veya azaltan bir hal olarak akıl hastalığının ceza hukukunda düzenlenişi ve akıl hastalığına bağlanan sonuçlar ele alınmıştır. Çalışmada öncelikle akıl hastalığının Mukayeseli Hukuktaki düzenlenişine yer verilmiş, ardından Türk Ceza Hukukunda nasıl düzenlendiği izah edilmiştir. Yine akıl hastalığına Ceza Muhakemesi Hukukunun ve İnfaz Hukukunda ne gibi sonuçlar bağlandığına yer verilmiştir. Akıl hastalığının tam ve kısmi akıl hastalığı olarak ayrımına taraftar olmamakla beraber TCK m. 32/1 ve 32/2 arasındaki ayrımı ifade etmek açısında bu ayrım esas alınmıştır. 

               Abstract:
In this study, the arrangement of mental illness and the results linked to mental illness which remove or reduce the fault based on its degree are discussed. In the study, first issue of arrangement of mentall illness in Comparative Law is studied and the arrangement in Turkish Criminal Law is explained. Moreover the issue of mentall illness with respect to criminal procedure law and execution law is studied. On the other hand, a differentation between the provision of  Turkish Criminal Code Art 32/1 and 32/2 is discussed despite the fact that we don’t support such a differentiation concerning the complete and partial mentall illness.

               Anahtar Kelimeler: Akıl hastalığı,  suç, cezai sorumluluk, kusur,  

               Keywords               : Mental illness, crime, criminal liability, fault, accussation.
              

I-                Tarihçe


Akıl hastalığının ceza sorumluluğunu kaldırıcı veya azaltıcı etkisi çok uzun zamandan beri tanınmıştır[1]. Öyle ki Asur, Babil, Eti, Mısır, Sümer gibi uygarlıklarda akıl hastalarının cezalandırılmadığı görülmüştür[2].

Roma Hukukunda akıl hastalarının (Furiosus) işledikleri suçlardan sorumlu olmadıkları kabul edilmiştir[3]. Digesta’ya göre kişinin cezalandırılabilmesi için sağlıklı olması şart olduğundan akıl hastalarının bu hastalıkları dolayısıyla zaten cezalandırıldıkları kabul edilmekteydi[4].
Ortaçağ Avrupasında ise akıl hastalarının cezai sorumlulukları kabul edilmekte ve bunların cinler tarafından çarpıldığı ve içlerine şeytan girmiş olduğundan bahisle kötü muamelelere maruz bırakılmaktaydı[5].
İslam Hukukunda akıl sağlığı yerinde olmayanlar bunun geçici veya kalıcı olmasına göre bir takım yükümlülüklerden muaf tutulmuştur[6]. Nitekim idrak kabiliyetini yitirenlere ceza verilmemesi esası benimsenmiştir[7]. Akıl hastalığı, Allah’ın haklarına karşı olan suçlar (had suçları) olarak adlandırılan içki, zina, hırsızlık gibi suçlar açısından cezai ehliyeti ortadan kaldırmaktadır[8]. Yine akıl zayıflığı (ateh) olanların cezai sorumluluk açısından akıl hastaları ile bir tutuldukları görülmektedir[9].
Hukukumuzda akıl hastalığına ilişkin ilk düzenleme 1274 tarihli Ceza Kanunu (Ceza Kanunname-i Hümayun) ile “cinnet” adı altında ifade edilerek cezai sorumluluğu kabul edilmiştir[10].

II-              Mukayeseli Hukukta Akıl Hastalığının Düzenlenişi
Mukayeseli hukukta bir kısım ceza kanunları sadece indirilmiş ceza öngörmekte iken kimi kanunlar da sadece güvenlik tedbirlerine yer vermektedir. Hem güvenlik tedbirine hem de cezaya yer veren bir başka grup kanun ise bunlardan hangisinin sanık hakkında uygulanacağı konusunda hâkime takdir hakkı vermektedir[11].
Alman Ceza Kanunu (StGB) m. 20’de “hastalık teşkil eden ruhi bir bozukluktan, esaslı bir şuur bozukluğundan veya akıl zayıflığından veya başka bir anormal ağır ruhi bozukluktan dolayı, fiilin hukuka aykırılığını anlama ve bu anlayışa göre hareket etme kabiliyetine sahip bulunmayan bir kişi kusurlu hareket etmiş olmaz” denilmiştir[12]. StGB m. 21’de “failin fiilinin haksızlığını anlama veya bu anlayışa göre hareket etme ehliyeti fiilin icrası sırasında  20. maddede gösterilen sebeplerle önemli derecede azalmışsa, ceza 49. madenin birinci fıkrasına göre indirilebilir.” hükmüne yer verilmiştir[13].
Fransız Ceza Kanunu m. 122/1’de “olay anında temyiz gücünü veya hareketlerini kontrol yeteneğini ortadan kaldıran bir psişik veya nöropsişik teşevvüş içinde bulunan kimse cezaen sorumlu olmaz denilmiş ikinci fıkrada ise “olay anında temyiz gücünü bozan veya hareketlerini kontrol yeteneğini engelleyen bir psişik veya nöropsişik teşevvüş içinde bulunan kimse cezalandırılabilir” denilmiştir [14].
İsveç Ceza Kanunu 33. bölüm 2. kısımda  “kişi akıl hastalığı, akıl zayıflığı veya akıl hastalığı derecesinde düşünülmesi gereken yoğunlukta akıl normalliği etkisiyle suç işlediğinde, özel bakıma alınma veya ikinci paragrafta belirtilen hallerde para cezası veya gözetimli erteleme dışında diğer bir yaptırıma hükmedilemez. Sanığın ilerde suç işlemesini önleme amacına hizmet edeceği saptandığında para cezası uygulanabilir, Durumlar göz önüne alınarak özel bakımdan daha uygun olduğuna inanıldığında denetimli serbestlik uygulanabilir.” hükmü yer almaktadır[15].
 Görüldüğü üzere neredeyse tüm ülke kanunları akıl hastalığının irade serbestisini tamamen veya önemli ölçüde kaldırdığı hallerde kişinin cezalandırılamayacağını belirtmektedir. Esasen akıl hastalarının cezalandırılması çok ağır bir yaptırım olan “ceza"nın akıl hastalarına uygulanması halinde kamu vicdanının buna razı olamayacağı, ceza sorumluğunun esasının irade serbestisine ve manevi unsura dayanması, kusur ilkesi gibi esaslara dayandırıldığı görülmektedir.

III-           Giriş

Kanunda suç olarak tanımlanan bir fiili işleyen kimsenin cezalandırılması esastır. Yeter ki bu eylem o kişiye yüklenebilir (isnat edilebilir) olsun. Kusur yeteneği psişik olarak sağlıklı, yetişkin bir kimsenin, belirli bir zamanda belirli bir toplumda geçerli olan kurallara ve değerlere göre eyleminin haksızlık unsuru taşıdığını anlayabilmesi ve buna göre hareket edebilme serbestisine sahip olabilmesidir. Bunun istisnalarını yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve sağır dilsizlik oluşturur[16].
           
5237 sayılı TCK akıl hastalığını, kusurluluğu etkileyen ve kusurluluğu ortadan kaldıran bir hal olarak düzenlemiştir. TCK’nın  24 ve 34. maddeleri arasında “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlığı altında hem kusurluluğu etkileyen hallere hem de hukuka uygunluk nedenlerine bir arada yer verilmiştir. Oysa ki hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu etkileyen haller, nitelikleri itibarıyla farklı kurumlardır. Öyle ki bir hareket hukuka uygun ise tüm hukuk dalları açısından hukuka uygun kabul edilir. Oysa kusurluluğu kaldıran hallerin varlığı halinde sanığın eylemi haksızlık niteliğini korumasına karşın cezai sorumluluğuna gidilmemesi söz konusu olmaktadır. Diğer taraftan hukuka uygunluk denetlemesi sadece ceza hukuku kuralları esas alınmak suretiyle yapılan bir değerlendirme değil, tüm hukuk alanları ile bir çatışmama halini ifade eder[17].
 Kanunda akıl hastalığının tanımına yer verilmemiş ancak failin fiili işlediği esnadaki kusur yeteneğine olan etkisini esas almak suretiyle ikili bir ayrıma gidilmiştir[18].  Buna göre akıl hastalığı failin algılama ve irade yeteneğini ya tamamen ortadan kaldırmakta ya da önemli ölçüde azaltmaktadır. Birinci ihtimalde failin ceza sorumluluğu olmadığından faile ceza verilmeyecektir. İkinci ihtimalde ise faile ceza verilecek ancak cezasından kanunda belirtilen oranlarda indirim yapılacaktır.
Böylece kanun koyucu akıl hastalığını düzenlerken hem biyolojik[19] hem de psikolojik unsurları içerisine alacak şekilde karma bir düzenlemeye yer vermiştir[20].  Akıl kavramı zeka ve irade ile ilgili bütün melekeleri içine alan geniş bir kavramdır[21]. Akıl hastalığının devamlı-geçici, tedavi edilebilir-edilemez, iradi-irade dışı olup olmamasının bir önemi yoktur[22]. Keza öfke, korku, sürpriz, cinsel zevk, utanç, tutku, kıskançlık, fanatizm, ihtiras gibi iradeyi kontrol altına alabilen dürtüler isnat kabiliyetine tesir etmedikleri için bu durumların etkisiyle suç işleyen kimseler akıl hastası sayılmazlar[23]. Örneğin; ihtiras insanların kararına etkileyen normal bir unsurdur. Dolayısıyla ihtirasın irade üzerindeki etki ve derecesi ne olursa olsun kusurluluğu etkileyen bir işlevi bulunmamaktadır[24]. Doktrinde, kanunda yer verilen akıl ibaresinin gerek zeka gerek iradeyi ilgilendiren bütün patolojik halleri kapsamına alacak şekilde geniş yorumlanması gerektiği belirtilmektedir[25].
Failde akıl hastalığının olup olmadığı ve varsa bu hastalığın somut olayda irade yeteneğini kısmen ve tamamen ortadan kaldırıp kaldırmadığı meselesi tıbbi bir konu olup; bu konu uzman bilirkişi tarafından değerlendirilecektir[26]. Uzman bilirkişi gerekli tespitleri yaptıktan sonra akıl hastası olan kişinin somut olay açısından algılama veya irade yeteneğinin olup olmadığını, akıl hastalığının somut olay açısından kişinin bu yeteneklerini ne ölçüde etkilediğini normatif olarak belirleme görevi hakime aittir[27]. Nitekim hakimin görevi akıl hastalığının tespiti olmayıp bu husus psikiyatri biliminin alanına girdiğinden hakim, sadece psikiyatrinin sonuçlarını nazara alır[28].

IV- 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Akıl Hastalığı


5237 sayılı TCK m. 32’de “(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.” denilmektedir[29].
5237 sayılı TCK’da da 765 sayılı TCK’da olduğu gibi akıl hastalığı, ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan bir durum olarak düzenlenmiştir. Keza yeni düzenlemede de eskisinde olduğu gibi kişinin cezai sorumluluğu bakımından akıl hastalığının türünden ziyade söz konusu hastalığın kişinin algılama ve irade yeteneğine etki edip etmediği ve bunun derecesi esas alınmıştır[30].
Buna karşın eski düzenlemeden farklı olarak 5237 sayılı TCK’da tam-kısmi akıl hastalığı ayrımı kaldırılmıştır[31]. Yine, eski düzenlemeden farklı olarak akıl hastalarına uygulanacak güvenlik tedbirleri ayrı bir başlık altında TCK’nın ikinci kısmında düzenlenmiştir.
Dolayısıyla yeni düzenleme gereğince eğer kişinin algılama ve irade yeteneği yoksa ceza verilmez, ancak hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur (TCK m. 32/1). İrade ve algılama yeteneği azalmışsa bu durumda kişinin ceza sorumluğu vardır ancak cezasından indirim yapılır ve hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur (TCK m. 32/2).  Maddede kast- taksir ayrımı yapılmamıştır. Bu nedenle akıl hastası tarafından işlenen fiili ister kasten ister taksirle işlenmiş olsun, ister TCK’da ister özel kanunlarda düzenlenmiş olsun bu madde uygulanma imkanı bulacaktır.

a-     Failin Algılama ve İrade Yeteneğinin Olmaması (TCK m. 32/1)


TCK m. 32/1’de akıl hastalığı dolayısıyla işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilemeyeceği belirtilmiştir. Ancak buradaki akıl hastalığının ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için;
1-     Kişide bir akıl hastalığının bulunması
2-     Suçun işlendiği anda bu hastalığın mevcut olması
3-     Algılama ve irade yeteneğinin kaybı ile akıl hastalığı arasında nedensellik bağının olması gerekir[32].
Bu düzenleme gereğince bir suç tipiklikte gösterilen tüm unsurlarıyla gerçekleşmiş olsa dahi sanık işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan ceza sorumluluğu söz konusu olmayacaktır. Ancak failin ceza sorumluluğunun olmaması fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldırmadığı gibi, fail hakkında güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine de engel değildir. Bu konu ilerleyen bölümlerde ayrıca ele alınacaktır.
Maddede yer verilen irade yeteneğini Erem, hareket serbestîsi ve başka türlü hareket edebilme imkânının mevcudiyeti, çeşitli nedenler arasından birini seçmek ve icraya serbestçe karar verebilmek olarak ifade etmektedir[33]. Kunter ise fiili işlediği sırada akıl hastalığı nedeniyle harekat serbestisinin tamamen ortadan kalkmasını, o sırada hareketin seçilmesinde tek etkenin akıl hastalığı olması olarak ifade etmektedir[34].  İrade kavramı saikten ayrılır. Öyle ki her hareketin bir veya birden fazla saiki olabilir. İşte irade, bu saiklerden birinin seçilerek buna uygun davranılması faaliyeti olarak tarif edilebilir[35].
Kanun koyucu eski düzenlemeden farklı olarak 32. maddede “fiili işlediği an” ibaresine yer vermemiş ise de failin işlediği fiilden sorumlu tutulmaması için fiili işlediği anda akıl hastalığının mevcut olması gerekir[36]. Fiilin işlendiği an özellikle belirli zamanlarda etkilerini gösteren akıl hastalıkları açısından önem arz eder. Öyle ki suçun işlendiği anda kişinin nöbet halinde olmaması durumunda cezai sorumluluk tam olacaktır[37]
Müteselsil (zincirleme) ve mütemadi suçlarda temadinin ve teselsülün bittiği anın esas alınması gerekir[38]. Müteselsil suçta kanun hükmünü birkaç kez ihlal ettikten sonra iyileşen kimsenin tekrar suç işlemesi halinde failin cezai sorumluluğu tam olacak ancak müteselsil suçtan dolayı cezasında arttırım yoluna gidilmeyecektir[39]
Mütemadi suçlarda akıl hastalığının ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için temadinin sona erdiği anda akıl hastalığının varlığı gerekir[40]. Öyle ki mütemadi suçun işlenmeye başlandığı anda var olan hastalık temadi sona ermeden etkisini kaybetmişse, suçu işlemeye devam eden fail, ehliyetini ortadan kaldıran akıl hastalığı sona ermesine rağmen suçu işlemeyi sürdürdüğünden cezai sorumluluğu tam olacaktır[41].
Belirtelim ki faildeki akıl hastalığı mutlak olarak bir cezasızlık sebebi olmayıp, somut olayda faildeki bu akıl hastalığının davranışları üzerinde ne şekilde bir etki meydana getirdiğinin tespiti gerekir[42]. Örneğin bir kleptomanın küçük şeyler çalması halinde kusur yeteneği yokken, kasten öldürme suçu açısından kusur yeteneği tamdır. Bu bağlamda akıl hastalığı bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp, failin kusurluluğu azaltan veya ortadan kaldıran bir haldir.
Krizler veya nöbetler halinde baş gösteren akıl hastalıklarında failin iki kriz arasında işlediği suçtan sorumlu tutulup tutulmayacağı konusunda ise, eğer akıl hastalığı krizler arasında da akıl melekeleri üzerinde etki gösteriyorsa, fail fiilinden sorumlu tutulmayacağı kabul edilmektedir[43].
Salt akıl hastalığı bir cezasızlık sebebi olmayıp, ayrıca kişinin işlediği fiil ile hastalığı arasında nedensel bir bağlantının bulunması gerekir. Örneğin bir sara[44] hastasının sadece nöbet esnasında algılama ve irade yeteneği ortadan kalkmakta, nöbet dışındaki zamanlarda isnat yeteneği olduğundan ceza sorumluluğu söz konusu olmaktadır[45]. Örneğin bir kleptomanın ne tür eşyaları çalmaya meyilli olduğu saptanmadan işlediği her türlü hırsızlık suçunda ceza sorumsuzluğu kabul edilmeyecektir[46]. Hukukumuzda ruhsal bozukluğu olan bir hasta suç işleyebilir düşüncesiyle elde kesin veriler olmadıkça cezaevine veya hastaneye konulamaz[47]. Buna karşın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m. 5/e bendinde bulaşıcı hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin uyuşturucu madde bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak tutulu durumda bulundurulmasının kişi özgürlüğü ve güvenliğinin bir istisnası olarak belirtilmiştir[48]
Keza kişide suçu işlerken kusur durumunu etkilemeyen başka bir kısım ruhsal bozuklukların olması da kusur durumuna etki etmediği sürece göz önüne alınmayacaktır. İrade bozuklukları olarak adlandırılan psikasteni, nöroasteni, histeri, cinsel içerikli sapkınlık, pyromani (kundakçılık), psikopati, nevrasteni bu tür bozukluklara örnektir[49].  İrade bozuklukları olarak adlandırılan bu hallerde ceza sorumluluğu ortadan kalkmaz. Öyle ki irade bozukluklarında kişinin muhakeme ve müşahede yeteneği bozulmamakta kişi suça bir takım karşı konulamaz dürtüler neticesinde sürüklenmektedir[50]. Kişi burada yaptığı hareketinin yanlış (kusurlu) olduğunu bilmektedir. İrade bozuklukları ile diğer ruhsal bozuklukların ayrımı koyla değildir. Ancak ceza kanununda her ikisine de aynı sonuç bağlanmış olduğundan böyle bir ayrıma gitme gereği de bulunmamaktadır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu da aynı ölçütü esas alarak akıl hastası kişinin kabahatlerden dolayı sorumluluğunun olmayacağını kabul etmiştir. Kabahatler Kanunu m. 11/2’de akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişi hakkında idari para cezası uygulanmayacağı belirtilmiştir. 

b- Failin Algılama ve İrade Yeteneğinin Azalması (TCK m. 32/2)


765 sayılı TCK m. 47’ye karşılık gelen bu maddede tam- kısmi akıl hastalığı ayrımına son verilmiştir. Kanaatimizce bu değişiklik yerinde olmuştur. Zira doktrinde de belirtildiği gibi akıl hastalığı ya vardır ya da yoktur. Bu nedenle akıl hastalığının tam ya da kısmi akıl hastalığı şeklinde bir ayrıma gidilmesi doğru değildir[51]. Öyle ki akıl bölünmesi ve ölçülmesi mümkün olmayan bir bütün olup, şuur ve iradenin önemli ölçüde azalmış olması ile tamamen yok olması hallerinin klinik açıdan tespiti mümkün değildir[52]. Kaldı ki kanunda akıl hastaları için güvenlik tedbirlerinin öngörülmüş olması da bu ayrımı gereksiz kılmaktadır.
Diğer taraftan kanunda “algılama ve irade yeteneğinin önemli derecede azalması” ibaresinin hangi derecedeki ruhsal bozukları kapsadığını belirlemekten uzak olduğu gibi bu gibi durumların da tanımlanması hukuken ve tıbben de güçlük arz etmektedir. Bu durum ceza hukukundaki belirlilik ilkesini de zedelemektedir.
Kanun koyucu, burada algılama yeteneğine sahip olan kişinin azalmış da olsa kusur yeteneğinin ve ceza sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmiştir[53]. Ancak burada hâkime bir takdir yetkisi tanınmıştır. Hâkim failin kusur yeteneğindeki azalma derecesini nazara alarak maddede belirtilen oranlarda cezadan indirim yapabileceği gibi veya fail hakkında uygulanan cezanın, güvenlik tedbiri olarak uygulanmasına da hükmedebilir.
Kanun koyucu maddenin birinci fıkrasında kişinin davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmış olmasını aramışken, ikinci fıkrada sadece azalmasını yeterli görmüştür[54].

V-              Akıl Hastalığı Sayılan Başlıca Haller
Akıl hastalığı tıpta psikoz olarak ifade edilir. Başlıca akıl hastalığı türleri,  uyurgezerlik, mani, hipnoz, melankoli, şizofreni, paranoya, olarak ifade edilmektedir. Bunlardan bir kısmı cezai sorumluluk açısından taşıdığı önem dolayısıyla aşağıda açıklanmaktadır.

aa- Uyurgezerlik
Bu hastalık daha çok çocukluk zamanında rastlanan bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlıkta uyku esnasında dolaşma, giyinme, kapı açma, yemek yeme gibi davranışlarda bulunma hali söz konusudur.  Uyurgezer yaptığı hareketlerin farkında değildir[55]. Patolojik bir hal olan uyurgezerlik bir nevi akıl hastalığıdır[56]. Esasen bu halde failin kusur yeteneğinin yokluğundan çok; gerçekleştirdiği davranışların hukuki anlamda eylem niteliğini taşımadığı söylenebilir[57]
Ancak uyurgezer olduklarını bildikleri halde, uyanık bulundukları sırada hastalıklarının zorunlu kıldığı tedbirleri almayarak suç işleyen kimseler taksirli hareketi dolayısıyla sorumlu tutulabilecektir[58].

    bb- Mani
Bu hastalıkta kişi çabuk sinirlenme, mantıksız tepki gösterme, neşeli ve öfkeli ve düşünceli tavırlar ve öfkede artmadır. Bilinç genellikle bozulmaz ve bu tür hastalar toplumda yaşamayı devam ettirirler hatta hoşsohbet oldukları için sevilirler. Bu hastalık tedavi edilebilir bir hastalık olmasına karşın tekrar nüksetmesi mümkündür[59].
Bu hastaların ceza sorumlulukları hastalığın geldiği aşamaya göre değişir. Nöbetler sırsında kişinin ceza sorumluluğu tamdır.


    cc- Hipnoz
Suni uyurgezerlik olarak da adlandırılan bu hal çeşitli yapay yollarla kişinin uyutulması olarak ifade edilmektedir. Diğer bir ifadeyle beynin kabul ettiği bir düşüncenin etkisinde kalma ve onu gerçekleştirme yatkınlığını harekete geçiren ya da arttıran, yapay olarak gerçekleştirilebilen özel ruhsal durumdur[60].
Kişi hipnotize edilmesinde kusurlu değilse bu durumda kusur yeteneğinin bulunmadığı kabul edilecektir[61]. Ancak hipnoz yoluyla kişiyi etkisi altına alan kişi iştirak kuralları uyarınca cezalandırılacaktır[62].
Ancak kişinin suç işlemek amacıyla hipnoz yaptırması halinde sebebinde serbest hareketli suç -actiones liberea in causa[63]- durumu söz konusu olacağından kişinin ceza sorumluluğu tam olacaktır.
Yine bir kimsenin tedbirsiz bir şekilde kendine güvenerek gönüllü olarak hipnoz olması ve bu haldeyken taksirli bir suç işlemesi halinde taksir kuralları gereğince sorumluluğu söz konusu olacaktır[64].

dd- Sara (Epilepsi)
Sara, genellikle geçici bilinç yitimi ve kasılmalar gibi özellikleri olan bir hastalıktır. Hastalığa yol açan birden fazla neden olmakla birlikte başka bir hastalıktan kaynaklanmayıp beyindeki elektrokimyasal aksaklıklar sonucu meydana çıkar[65].
Sara hastalığı,  küçük nöbetli ve nöbetsiz ve önceden belirtili sara olarak çeşitlere ayrılır. Küçük nöbetli sarada bayılma olmaz. Bazı sara hallerinde nöbetten bir kaç gün veya bir kaç saat önce hastalarda huy değişikliği neşe ve keder belirir. Nöbetsiz sarada hasta  görünürde nöbete tutulmamasına karşın ruhi ve duygusal bitkinlik içindedir[66]. Ruhi sara nöbeti olarak da adlandırılan bu sara halinde şuur kaybı, baş dönmesi ve ruhi bir sersemlik içerisindedir[67].  Yalancı nöbet olarak adlandırılan halde ise depresif durumlarda, stres bozukluğu ve kişilik bozukluklarında görülebilen nöbetler olup bunların gerçek nöbetlerden ayrılması oldukça güçtür[68].
Eğer sara hastası bir kişi uygun olmayan bir zamanda krizin gelebileceğini önceden öngörebilmesine karşın gerekli tedbirleri almıyorsa eylemin niteliğine göre kasten veya taksir nedeniyle sorumluluğu söz konusu olabilecektir[69].
Ceza hukuku açısından nöbetten kısa bir zaman önce, nöbet esnasında veya nöbetten sonra açılma devresinde işledikleri fiillerden sorumlu değildirler. Sara hastalığında eylem anı ile nöbet halinin çakışıp çakışmasının somut olayda tespiti gerekir[70]. Keza nöbet hali olmayan sara durumları da pekala mümkündür[71].

ee- Psikopati
Psikopati, bedeni temele dayanmayan anormal karakterli davranış bozukluklarıdır[72]. Psikopatlar asosyal, saldırgan ve heyecanlı bir yapıya sahip olup, kusur duygusu çok az veya hiç yoktur[73]. Bu bakımdan bunlar genellikle psikopatlar akıl hastası olarak değerlendirilmezler. Bunlar topluma uymakta güçlük çeken bazen kendini göstermeye çok meraklı, bazen ise atak veya kararsız, kavgacı kimselerdir[74].
Psikopatlar çabuk kızan, kolay sakinleşen, keder ve sevinçleri dengesiz olan, terbiye ve telkine müsait olmayan kimselerdir[75].
Genel olarak psikopatların ceza sorumlulukları tamdır.

ff- Melankoli
Melankoli, baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık, halsizlik, şeklinde belirtileri olan, hareketlerde ağırlaşma ve derin bir iç sıkıntısı, ve içe kapanışa yol açan bir tür akıl hastalığıdır. Bu hastalar kimi zaman sevdiklerini, kendilerince yaşanması mümkün olmayan bu dünyadan kurtarmak için öldürebilirler. Kişi kendisine sürekli haksızlık yapıldığını düşünür. Hasta sıkıntılı ve gergindir ve kendisini sürekli değersiz görür[76]. Melankoli hastaları için konuşmak, çalışmak, giyinmek, yıkanmak, hatta yemek yemek bir külfettir[77].
Melankolinin şekline ve seyrine göre ceza sorumluluğu değişir. Hastalığın ilerlemiş hallerinde ceza sorumsuzluğu tam iken, hafif hallerinde azaltılmış sorumluluğu söz konusu olacaktır.

     gg-Şizofreni

Daha çok genç yaşlarda başlayan bu hastalık insanın kişiler arası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendine özgü bir içe-kapanım bir dünyasında yaşadığı düşünüş, duyuş ve davranışlarda önemli bozuklukların görüldüğü bir psikozdur[78].  Şizofren hastalarının çoğunluğunda belirgin vurdumduymazlık, ilgisizlik, donukluk, çekingenlik vardır[79]. Akut şizofren hastalarının birçoğu normal görünürler. Bir kısım hastalar arkadaş ve yakın çevresinden uzaklaşır, zamanın çoğunu tek başına yalnız olarak odasında geçirir[80].

VI-            Akıl Hastalığının  Diğer Kavramlarla İlişkisi
A-   Tasarlama
5237 sayılı TCK m. 82’de yer alan insan öldürme suçunda, suçun tasarlanarak işlenmesi bir nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Kişinin akıl hastası iken, suçu tasarlayarak işleyip işleyemeyeceğinin tartışılması gerekir. Gerçekten tasarlama belirli bir fikri çabayı gerektiren bir süreçtir. Bu bağlamda tasarlama, suçun işlenmesi için failde daha önceden oluşmuş bir niyeti, iradeyi ifade eder[81].
Erem, Danışman, Artuk, failin, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin önemli derecede azalmış olması halinde (YTCK m. 32/1 deki hal) failin ceza sorumluğunun olmayacağını diğer ihtimalde ise (YTCK m. 32/2’deki hal) sorumluluğu konusunda mukayeseli hukukta farklı görüşlerin olduğunu belirtmektedirler[82].
Kişinin işlediği fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmış olması ihtimalinde zaten kişiye ceza verilmeyeceğinden eylemin aniden ya da tasarlanarak işlenmiş olmasının pratik açıdan bir önemi yoktur[83].
Kanaatimizce bu konuda kesin bir ölçüt konulması mümkün olmayıp; her akıl hastalığı açısından konunun ayrıca değerlendirilmesi daha yerinde bir yaklaşım olacaktır.
Doktrinde kısmi akıl hastası hakkında örneğin; öldürme suçunda, fiilin eşe veya kardeşe karşı işlenmesi gibi nitelikli haller uygulandığına göre  kanunda bir ayrıma gidilmemiş olduğundan tasarlamanın da söz konusu olabileceği sonucuna ulaşıldığı görülmektedir[84].

B-    Haksız Tahrik
Haksız tahrik TCK m. 29’da düzenlenmiştir. Buna göre bir kimsenin haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi halinde cezasında indirime gidilmesi öngörülmüştür[85].
Ceza Genel Kurulu tahriki, ceza hukuku bakımından bir kimseyi suç işlemeye yöneltme, teşvik etme ve bu kişinin iradesi üzerinde yapılan etki sonucu bu kişin suç işleme doğrultusunda harekete geçirilmesi olarak tarif etmiştir[86].
Kişinin fiili işlediği esnada algılama ve irade yeteneğinin önemli derecede azalmış olması halinde bu halde cezayı azaltıcı bir neden olan haksız tahrik hükümlerinin uygulanması söz konusu olmayacaktır[87].
Eğer fail kısmi akıl hastalığından dolayı tahrik edildiği zannına kapılarak suç işlerse buradaki heyecan durumu haksız tahrikten kaynaklı olmayıp failin kısmi akıl hastalığından ileri geldiğinden akıl hastalığı ile haksız tahrikin bir arada bulunmasından değil; sadece kısmi akıl hastalığından bahsedilecektir[88].
Kısmi akıl hastası olan kimse haksız tahrikin etkisi ile suç işleyecek olursa cezasının tahrik nedeniyle indirimi yoluna gidilecektir[89]. Ancak kısmı akıl hastalarına tahrik hükmü uygulanırken, sanıktaki akıl hastalığının türüne de bakmak gerekir. Örneğin; paranoya olan bir kimsenin gerçekte olmadığı halde tahrik unsuru varmış gibi hareket ederek suç işlemesi halinde tahrik hükümlerinden faydalandırılması söz konusu olmayacaktır[90].
Kısmi akıl hastalığı ile haksız tahrikin aynı anda bulunması halinde, hakim önce tahrik ardından akıl hastalığı indirimini uygulayacaktır[91].
Belirtelim ki tahrik kişinin kusurluluğuna etki eden bir haldir. Kanaatimizce aynı olayda failin kusurluluğunu hem hiddet veya şiddetli elem hem de kısmı akıl hastalığı etkileyebilir. Dolayısıyla kusurluluğu etkileyen bu iki halin aynı olayda bir arada bulunması mümkündür. 
Yine akıl hastası olan bir kimsenin fiili haksız tahrik oluşturabilecek mahiyette olsa da  fail lehine tahrik hükümleri uygulanamaz[92].

C-   Canavarca His
5237 Sayılı TCK m. 82/1-b bendinde kasten öldürme suçunun canavarca hisle veya eziyet çektirerek işlenmesi suçun bir nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. Madde gerekçesinde kişinin acıma hissi olmaksızın bir başkasını öldürmesi halinde canavarca hisle öldürmenin söz konusu olacağı, canavarca hisle öldürmenin arz ettiği özelliğin öldürmenin vahşi bir yöntemle gerçekleştirilmesi olduğu ifade edilmiştir[93].
Yargıtay, canavarca his sevki ile adam öldürmeyi sırf öldürmüş olmak için öldürmek, ölenin acı çekmesinden zevk duymak için öldürmek gibi sadist bir duygu ve düşüncenin eyleme egemen olması olarak yorumlamaktadır[94].
Mehaz Kanun’da “münhasıran” ibaresine yer verildiğinden kişi suça sevk edenin yalnızca canavarca his olması ayrıca akıl hastalığının da bulunmaması gerekir. Eğer iki sebebin etkisi ile fail suç işlemişse bu durumda canavarca hisle işlenen bir fiil değil faildeki kısmi akıl hastalığından kaynaklı bir suç söz konusu olacaktır[95].
Erem/Danışman/Artuk, her ne kadar kanunda “münhasıran” ibaresine yer verilmemiş ise de akıl hastalıklarının birçoğunun zaten canavarca olarak ifade edilen hissi tabii olarak doğurduğundan her ikisinin birleşerek aynı olaya arttırım ve indirim nedeni olarak uygulanamayacağını savunmaktadırlar[96].



VII-         5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda Akıl Hastalığı


5271 sayılı CMK’da işlediği fiilden sonra ceza ehliyetini tamamen veya önemli derecede azaltan bir akıl hastalığına yakalanan kişinin, ceza yargılamasına tabi olup olmadığına dair açık bir hüküm sevk edilmemiştir.
Doktrinde CMK m. 74/5’teki “bu madde hükmü, 223. maddenin sekizinci fıkrası gereğince yargılamanın durması kararı verilmesi gereken hallerde de uygulanır”.hükmünden hareketle fiilden sonra kişinin akıl hastalığına yakalanması durumunda da şüpheli veya sanığın gözlem altına alınabileceği savunulmaktadır[97].

Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 2-b maddesinde “sanık; kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder” denilmiştir. Öyle ki suçu işlediği sırada akıl hastası olan fail hakkında güvenlik tedbirine hükmedilebilmesi ve kısmi akıl hastalığında failin cezalandırılabilmesi mümkün olduğundan, akıl hastası hakkında ceza davası açılması, kovuşturma yapılması ve bu bağlamda failin sanık sıfatını alması pek tabi mümkündür.
Ceza Muhakemesi Kanununun birçok maddesinde akıl hastalarına ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.
CMK m. 45/2’de “Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:
(…)
Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini anlayabilecek durumda olmayanlar, kanunî temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilirler. Kanunî temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin çekinmeleri konusunda karar veremez. “ denilmiştir.
CMK m. 74/1 “ Fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet savcısının ve müdafiin dinlenmesinden sonra resmî bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından karar verilebilir.”
CMK m. 90/3’te  “Soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı olmakla birlikte, çocuklara, beden veya akıl hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri nedeniyle kendilerini idareden aciz bulunanlara karşı işlenen suçüstü hallerinde kişinin yakalanması şikâyete bağlı değildir.” hükmüne yer verilmiştir.
Maddede belirtildiği üzere gözlem altına alma kararı verilebilmesi için aynen tutuklulukta olduğu gibi fiilin o kişi tarafından işlendiği konusunda kuvvetli şüphenin bulunması gerekir. Gözlem altına alınma: şüphelinin akıl hastası olup olmadığı, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine Cumhuriyet savcısının ve müdafiinin dinlenmesinden sonra resmi bir sağlık kurumunda denetim altına alınmasını ifade eder[98].  Kovuşturma evresinde mahkeme tarafından Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafii dinlendikten sonra mahkemece bu konuda karar verilir[99]. Gözlem süresi üç haftayı geçemez. Bu sürenin yetmeyeceği anlaşılırsa resmi sağlık kurumunun istemi üzerine her seferinde üç haftayı geçmemek üzere ek süreler verilebilir. Ancak bu sürelerin toplamı bu kez üç ayı geçemez. Hakim gözlem altına alma kararı ile birlikte muhakemenin durmasına da karar verebilir (CMK m. 74/5)[100].
CMK m. 76’da “Tanıklıktan çekinme sebepleri ile muayeneden veya vücuttan örnek alınmasından kaçınılabilir. Çocuk ve akıl hastasının çekinmesi konusunda kanunî temsilcisi karar verir. Çocuk veya akıl hastasının, tanıklığın hukukî anlam ve sonuçlarını algılayabilecek durumda olması hâlinde, görüşü de alınır. Kanunî temsilci de şüpheli veya sanık ise bu konuda hâkim tarafından karar verilir. Ancak, bu hâlde elde edilen deliller davanın ileri aşamalarında şüpheli veya sanık olmayan kanunî temsilcinin izni olmadıkça kullanılamaz.” denilmektedir.


A-   Soruşturma Aşamasında Failin Akıl Hastalığına Yakalanması
Hukukumuzda failin akıl hastalığına yakalanması muhakeme sürecinin geldiği aşamaya bağlı olmak üzere farklı sonuçlar doğurmaktadır.
Buna göre soruşturma aşamasında failin akıl hastalığı bulunduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcılığınca fail hakkında CMK. m. 171 uyarınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verilebilecek yine şüpheli hakkında koruma ve tedavi kararı verilmesi için Sulh Ceza Hâkimliği’ne de başvurabilecektir.
Ancak belirtelim ki failin akıl hastası olup olmadığı ve bu hastalığının onun hareket ve irade serbestîsini ortadan kaldırıp kaldırmadığının tespiti bir yargılamayı gerektirdiğinden Cumhuriyet savcısı tarafından delillerin toplanarak dava açılması ve mahkemece yapılacak yargılama sonucu sanığın durumunun tespiti daha yerinde olacaktır[101].
B-    Kovuşturma Aşamasında Failin Akıl Hastalığına Yakalanması
5271 sayılı CMK m. 223/3-a’da yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin bulunması hallerinde failin kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verileceği belirtilmiştir. Buradaki olumsuz muhakeme şartı, sadece hüküm çeşidini etkileyen ve ceza verilmesini engelleyen bir şarttır[102]. Belirtelim ki, fiil esnasında veya fiilden sonra kısmi akıl hastası olanlar yargılanabilir. Bunlar aççısından bir muhakeme engeli söz konusu değildir.
Eğer sanığın iyileşme durumu varsa CMK m. 223 uyarınca mahkeme akıl hastasının iyileşmesine kadar davanın durmasına karar verir (CMK m. 74/5). Ancak burada sanığa ceza verilemiyor olması sanık hakkında güvenlik tedbirine hükmolunmasına engel değildir. Keza mahkeme sanığın suçunun sabit olmaması halinde beraat kararı verebilecektir. Bu ihtimalde ortada işlenmiş bir suç olmadığından güvenlik tedbirine de hükmolunmayacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (YCGK.) 15.04.2008, 2008/1-22;2008/80 sayılı kararında “sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak saptandığı hallerde suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesi gerektiği yönünde karar vermiştir[103]
Keza suç tarihinde akıl hastası olmayıp, yargılama aşamasında akıl hastalığına tutulduğundan kuşkulanılan[104] sanık hakkında mahkemece sanığın savunma yeteneğini kısıtlayabilecek mahiyette bir akıl hastalığının olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınarak eğer savunma hakkını kullanmasına mani olabilecek ölçüde bir akıl hastalığına müptela olması durumunda mahkemece iyileşmesine kadar durma kararı verilecektir[105]. Akıl hastasının iyileşmeyeceğinin anlaşılması halinde davanın düşmesi kararı verilir (CMK m. 223/8)[106].
Fiili işlediği sırada akıl hastası olmayan kişinin yargılama aşamasında akıl hastası olması halinde durma kararı verilmesi savunma hakkının fail tarafından gereği gibi kullanılabilmesini temin etmeyi amaçlar[107]. Örneğin, öldürme suçuna ilişkin olarak sanığın meşru müdafaa durumunda olduğu veya fiili tahrik altında işlediği yönünde savunma ve deliller sunması ve böylece cezadan kurtulması veya cezasında indirime gidilmesini temin etmesi pekâlâ muhtemeldir[108]. Keza akıl hastası hakkında güvenlik tedbirine ancak suçu sabit olduğunda karar verileceğinden, sanık hakkında emniyet tedbirine hükmedebilmek için suçun sanık tarafından işlenip işlenmediğinin saptanması, bu bağlamda sanığın beyanlarının değerlendirilmesi gerekir[109].  Bu nedenle söz konusu hüküm yerinde bir düzenlemedir[110]
Yine CMK m. 150/2’de “Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.” denilerek akıl hastaları için de zorunlu müdafilik sistemi öngörülmüştür.
Savunma hakkı bağlamında irdelenmesi gereken bir diğer konu da şudur ki; acaba sanık hakkında mahkemece mahkumiyet kararı verildikten sonra bu hükmü temyiz etmek ister ancak akıl hastalığına yakalanması sonucunda bu süreyi geçirmesi halinde durum ne olacaktır?
Bu ihtimalde CMK m. 40’da düzenlenen eski hale getirme kurumu işletilebilecektir[111]. CMK. m. 40’da “Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme talebinde bulunabilir” denilmektedir. Kişideki akıl hastalığı da kendi kusurundan kaynaklanmayan bir hal olduğundan kişi eski hale getirme kurumundan faydalandırılabilecektir[112]. Ancak bu hastalığın temyiz süresinin geçirilmesine yol açtığı konusunda inandırıcı delillerin sunulması ve mahkemece bu delillerle yetinilmeyerek bir araştırma yapılarak varılacak kanaate göre karar verilmesi gerekir.
Kişinin temyiz dilekçesi vermesinden sonra akıl hastalığına yakalanması halinde eğer Yargıtay’ca hükmün bozulması ihtimalinde ilk derece mahkemesinin yeniden duruşma açması için kişinin iyileşmesini beklemesi gerekecektir. Hükmün Yargıtay’ın onaması halinde akıl hastalığı bir durdurucu etki yaratmayacaktır[113].

C-   Hükmün İnfazı Aşamasında Failin Akıl Hastalığına Yakalanması
 Bu husus 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİK) m. 16’da düzenlenmiştir.
Buna göre “(1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57. maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.” denilmektedir.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde üçer aylık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir. 
(4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.

Ceza ve İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile İlgili Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük[114] m.9’da “Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek kurumlara geri gönderilenlerin cezaları, kurumların belirlenen mahsus bölümlerinde infaz edilir”denilerek akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezasının ne şekilde infaz edileceği belirtilmiştir.

VIII-      Akıl Hastalarına Özgü Güvenlik Tedbirleri
Güvenlik tedbirleri suç işleyen kişiye, suç işlemesi dolayısıyla, suçun tekrarlanması ihtimali karşısında kişinin tehlikelilik durumu esas alınmak suretiyle uygulanan, kendisini ve toplumu koruyucu nitelikte bir tür ceza hukuku yaptırımıdır[115].
Güvenlik tedbirleri esasen kusurla değil; tehlike hali ile orantılı olan cezalandırma veya kefaret niteliği taşımayan, geleceğe yönelik bir tür eğitim ve tedavi programlarını ifade eder[116]. Bu nedenle güvenlik tedbirine hükmedilirken fiilin ağırlığı nazara alınmayacaktır[117].
Akıl hastalarına uygulanacak güvenlik tedbirine TCK m. 57/1’de yer verilmiştir. Maddede “fiili işlediği sırada akıl hastası olan kişi hakkında, koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik tedbirine hükmedilir. Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastaları, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.” denilmiştir.
            Bu hüküm uyarınca akıl hastası hakkında güvenlik tedbirinin uygulanması ancak kişinin kanunda suç sayılan bir fiili işlemiş olması halinde mümkün olabilecektir. Öyle ki suç işlemek suretiyle tehlikelilik halini ortaya koyan failden toplumun korunması ve onun yeniden topluma kazandırılması güvenlik tedbirine hükmedilmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir. Buradaki tehlikelilik hali failin yeni bir suç işleme olasılığı olarak da ifade edilmektedir[118]. Cezai sorumluluğu olmayan fail hakkında güvenlik tedbirine hükmedilirken, hükmün verildiği andaki tehlikelilik hali esas alınacaktır[119]. Failin suç işleyeceği yönündeki beklenti salt olarak güvenlik tedbirinin uygulanması açısından yeterli değildir. Yani failin suç işleyeceği yönündeki beklentinin belirli bir ihtimal derecesine ulaşmış olması şarttır[120].  Faildeki tehlikelilik halinin tespitinde; failin genel durumu, geçmiş yaşamı ve fail hakkında tedbir uygulanmasına neden olan fiil ile işlenmesinden korkulan fiil arasındaki bağlantının araştırılması gerekir[121]. Belirtelim ki kişideki bu tehlikelilik hali farklı şekillerde tezahür edebilir. Suç işlemek ancak bunlardan birini oluşturur. Güvenlik tedbiri uygulanabilmesi açısından kişideki tehlikelilik halinin ortaya çıkması yeterli olmayıp ayrıca bir suç işlemesi gerekir. Dolayısıyla güvenlik tedbirine ancak suç sonrası -post delictum- hükmedilebilir.
TCK m. 57/2’de “hakkında güvenlik tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası yerleştirildiği kurumun sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine mahkeme veya hâkim kararıyla serbest bırakılabilir.” denilmektedir.
Eski düzenlemede kişi en az bir yıl veya şifa buluncaya kadar devam edecek tedbirlere yer verilmişken; yeni düzenlemede 32/1 deki hal açısından “tehlikeliliğin kalkması ve azalması” ölçütleri getirilmiştir[122]. Ancak TCK m. 32/2 anlamındaki bir akıl hastası hakkında hükmedilen güvenlik tedbirinin süresi alınan ceza aynı süreli olacaktır (TCK m. 57/6).
Maddede yer verilen tehlikelilik halinin tespiti önem arz etmektedir. Zira tehlikeliliğine karar verilen kişi hakkında süresiz olarak güvenlik tedbirine hükmolunmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyetini sınırlayıcı bir sonuç doğuran tehlikelilik halinin kanunla açıkça belirlenmesi kişi hürriyeti ve güvenliği açısından daha yerinde olacaktır[123].
TCK. 57/3’de Sağlık kurulu raporunda, akıl hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bunun süre ve aralıklarının belirtileceği vurgulanmıştır.
57/6 İşlediği fiil ile ilgili olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi hakkında birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre yerleştirildiği yüksek güvenlikli sağlık kuruluşunda düzenlenen kurul raporu üzerine,  mahkûm olduğu hapis cezası süresi aynı kalmak koşuluyla kısmen veya tamamen, mahkeme kararıyla akıl  hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir. denilmektedir[124].
Söz konusu hüküm uyarınca işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi hakkında yerleştirildiği sağlık kuruluşunca düzenlenen kurul raporu üzerine mahkûm olduğu hapis cezasının süresi aynı kalmak koşuluyla, mahkeme kararıyla kısmen veya tamamen akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirine tahvil edilmesini talep edecektir. Belirtelim ki bu hüküm kesin hükmün etkisini zayıflatmaktadır. Öyle ki modern toplumda devletin en önde gelen ödevlerinden biri de kişilerin barış içerisinde yaşamalarını temin ve toplum düzenini bozan eylemleri kendine konu edinen ceza muhakemesi yoluyla bir sonuca bağlanmalı ve bu yolla toplumsal barış temin edilmelidir[125]. Ancak güvenlik tedbirleri açısından durum farklıdır. Güvenlik tedbirlerinde esas olan kişideki tehlikelilik hali olduğundan kişideki bu tehlikelilik halinde meydana gelen değişikliklerin izlenmesi gerekir[126]
Akıl hastası olduğu tıbben saptanan sanık hakkında güvenlik tedbirine hükmedilince hakkında tutuklama kararı varsa  bu kararın kaldırılması gerekir. Çünkü ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi ile tutuklama kararı bağdaşmaz[127]
Sanığa yüklenen suçun şikayete tabi suçlardan olması ve şikayetçinin vazgeçmesi halinde davanın düşürülmesine karar verilmelidir. Bu ihtimalde akıl hastası olan sanık hakkında güvenlik tedbiri uygulanmaz[128].

            Kişinin fiili işlediği sırada aynı zamanda hem çocuk hem de akıl hastası olması halinde kusur yeteneği olmadığından hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Güvenlik tedbirleri açısından ise, uygulanacak güvenlik tedbirlerinin akıl hastalarına ilişkin güvenlik tedbirleri mi yoksa çocuklara ilişkin güvenlik tedbirlerinin mi tatbik edileceği meselesine 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK.) ile açıklık getirilmiştir. Öyle ki ÇKK. m. 12’de     “ Suça sürüklenen çocuğun aynı zamanda akıl hastası olması halinde 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 31. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamına giren çocuklar hakkında, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanır” denilmiştir.



SONUÇ

Akıl hastalığı öteden beri istisnaları olmakla beraber cezai sorumluluğu ortadan kaldıran veya azaltan bir hal olarak hemen hemen tüm hukuk sistemlerinde kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK’da  akıl hastalığı kusurluluğu etkileyen bir hal olarak düzenlenmiştir. Buna göre failin işlediği fiille ilgili hareketlerinin yönlendirme yeteneğinin önemli ölçüde azalmış olması bir cezasızlık sebebi olarak kabul edilmiştir. Yine bu derecede olmamakla birlikte davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kimsenin cezasından indirim yapılacağı hükme bağlanmıştır.
            Akıl hastalığının tarifine kanunda yer verilmemiş olması ve bu konuda bir terim birliğinin sağlanamamış olması ve tıbbın akıl hastalığına yaklaşımı ile ceza hukukunun yaklaşım tarzı ve farklılıklar olması ceza hukukundaki belirlilik ilkesi açısından bir kısım sorunları da beraberinde getirmektedir.
TCK m. 57/2’de belirtilen usulün teknik altyapı yetersizliği ve ekonomik nedenlerle gereği gibi işlememesi halinde suçla mücadelede önemli sıkıntılar doğabilecektir. Öyle ki akıl hastası suçluların yerleştirildiği sağlık kuruluşlarının yetersizliği ve yer sorunu nedeniyle vaktinden önce serbest bırakmalar nedeniyle halen tehlikelilik hali devam eden akıl hastalarının topluma yeniden karışmaları önemli sorunlar yaratabilecektir.

Kişide akıl hastalığının cezai sorumluluğunu kaldırabilmesi için suçun işlendiği anda akıl hastalığının mevcut olması gerekir. Bu nedenle mütemadi suçlarda temadinin sona erdiği anda kişin akıl hastası olması gerekir.
Kişinin soruşturma aşamasında akıl hastalığına yakalanması halinde bu durum kamu davasının açılmasına engel teşkil eder. Eğer dava açılmış ise kovuşturmanın devamını engel olur. Mahkemece bu durumda akıl hastasının iyileşmesine kadar durma kararı verir.
Kuşkusuz ceza hukukunun en önemli prensiplerinden biri de kusur ilkesidir. Akıl hastalarının cezalandırılması insanlığın çok eski dönemlerinde rastlanan bir durum olup, modern ceza hukukunda işlediği fiilin anlam ve sonuçlarının algılayamayan bir kimsenin cezalandırılması mümkün değildir. Ne var ki uygulamada failin akıl hastası olup olmadığı tıbben açıklığa kavuşturulmaksızın kişilerin cezalandırılması yoluna gidildiği maalesef görülmektedir. Bu açıdan akıl hastalığını düzenleyen ceza normlarının açık ve anlaşılır olması ve tıbbın verileri ile bağdaşması kişi özgürlüğü ve hukuki güvenlik ilkesi açısından büyük önem arzetmektedir.  










KAYNAKÇA
Akgün, Nejat, Adli Psikiyatri, Ankara 1987.
Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları, Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967.
Altıparmak, Cüneyd, Soruşturma Evresi, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009.
Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 4. Bası, Ankara 2009.
Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 3. Bası, Ankara 2006.
Artuk, Mehmet, Emin, Güvenlik Tedbirlerinin Genel Esasları, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku Cilt III, Yeditepe Üniversitesi Yay., İstanbul 2010.
Artuk, Mehmet Emin, Yeni Türk Ceza Kanunun Genel Hükümlerine İlişkin Düşünceler, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu, 5 Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7.
Aydın, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi,  Hars Yay.,  5. Bası, İstanbul 2005.
Centel, Nur, Yeni Türk Ceza Kanununda Cezalar ve Güvenlik Tedbirleri Sistemi, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu, 5 Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7.
Centel/Zafer, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yay., 3. Bası,İstanbul 2005.
Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası Beta Yay., İstanbul, 2010.
Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku Pratik Çalışma Kitabı, Beta Yay., 2. Bası, İstanbul 2008.
Cin/Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, Sayram Yay., Konya 2003.
Çolak/Altun, Ceza Ve Güvenlik Tedbirleri,  Bilge Yay., 1. Bası, Ankara 2007.
Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 5. Bası, Ankara 2007.

Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 6. Bası, Ankara 2009.

Dinçmen, Kriton, Tahrik Kavramının Adli Psikiyatri Yönünden İrdelenmesi, Adli Tıp Dergisi,  Cilt: 1 Sayı: 1, Adli Tıp Kurumu, İstanbul 1985.
Dinçmen, Kriton; Deskriptiv ve Dinamik, Psikiyatri, Ar Yayın Dağıtım, İstanbul 1981,
Donay, Süheyl, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Beta Yay., İstanbul 2007.
Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: II, Beta Yay. 11. Bası, İstanbul 1997.
Dönmezer, Sulhi, Cezai Mesuliyetin Esası, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul 1949.
Erem/Danışman/Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., Ankara 1997.
Gelişim Hachette Alfabetik Genel Kültür Ansiklopedisi, İnterpress Yay., İstanbul 1993.
Günay, Erhan, Haksız Tahrik, Seçkin Yay., 1. Bası, Ankara 2009.
Hafızoğulları, Zeki, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda İsnat Yeteneğini Azaltan veya Kaldıran Nedenler, http://www.abchukuk.com/makale/makale310.html. (Erişim Tarihi: 15.09.2010).
Hakeri, Hakan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 7. Bası, Ankara 2008.

İçel/Akıncı/Özgenç/Sözüer/Mahmutoğlu/ Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, İstanbul 2000.

İlkay, Samuk, Tosun, Savrun, Cerrahpaşa Piskiyatri, İstanbul 2002.

Koca/ÜzülmezTürk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009.

Koparan, Reşat, TCK Genel Hükümler Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Sebepler, TBB Dergisi, Yıl 19, Sayı: 64, Mayıs Haziran 2006.

Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Kitap, Beta Yay.,  17. Bası, İstanbul 2010.

Malkoç, İsmail, Yeni Türk Ceza Kanunu I. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008.
Nuhoğlu, Ayşe, Ceza Hukukunda Emniyet Tedbirleri, Adil Yay., Ankara 1997.
Özcan, Onur, Fransız Ceza Hukukunda Akıl Bozukluğunun Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Yeditepe Üniversitesi Hukuku Dergisi Cilt: 5, Sayı:2, İstanbul 2008.
Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 3. Bası, Ankara 2008.
Özkan/Hakeri,Ceza Hukuku ve Ruhsal Bozukluklar, www.akader.info/KHUKA/2_98_ ekim/cezahukuku_ve  ruhsal.htm.(15.09.2010).
Özkepir, R., Erdoğan, A.S, Kasten Adam Öldürme Suçları (Açıklamalı- İçtihatlı) Seçkin Yay, Ankara.
Öztürel, Adnan, Adli Tıp, Gim Güzel İstanbul Matbaası, Ankara 1971.

Öztürk, M. Orhan, Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği 7. Basım, Ankara 1997.

Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu Yorumu, Yayın Mat., Ankara 2007.

Parlar/Hatipoğlu, Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2010.

Sarı, Akgün, Türk Tarihinde Psikiyatriye Bakış, Editörler; Uğur, Balcıoğlu, Kocabaşoğlu, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar, İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi, No: 62 Cemre Ofset 1. Bası, İstanbul 2008.

Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yay, Ankara 2005.

Soyaslan, Doğan, Kriminoloji (Suç ve Ceza Bilimleri), Yetkin Yay., 3. Baskı, Ankara, 2003,

Şensoy, Naci, Ceza Hukuku Bakımından Akıl Hastalığı (Türk Ceza Kanunun 46 ve 47. Maddelerinin Analizi), İÜHFM.,C.,XII, İstanbul 1946.

Taner, Tahir, Ceza Hukuku Umumi Kısım, İsmail Akgün Mat., 3. Basım, İstanbul 1953.
Tezcan/Erdem/Sancakdar, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2004.

Tosun, Öztekin, Suç Muhakemesi Hukuku, Sulhi Garan Mat.,  2. Bası, İstanbul 1976.
Üdeh, Abdülkadir, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, Çev. Akif Nuri  Karcıoğlu, Ankara 1969.
Yalvaç, Gürsel, İçtihatlı Türk Ceza Kanunu Adalet Yay., Ankara 2008.                           
Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu, I. Cilt, Adalet Yay., Ankara 2010.
Yeni Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Yay., İstanbul 1975.
Yenisey/Plagemann, Strafgesetzbuchs (Alman Ceza Kanunu), Beta Yay., 1. Bası, İstanbul 2009.
Yerli, F. Kemal, Öğretide ve Uygulamada Akıl Hastalıklarından Epilepsinin Ceza Hukuku Açısından Etkisi ve Sonuçları,http://www.yeniforumuz.biz/showthread.php?401462-%C3%B6%C4%9Fretide-ve-uygulamada-akil   hastalıklarından-epilepsi.(26.10.2010).

Yurtcan, Erdener, Kesin Hükmün Ceza Muhakemesini Önleme Etkisi, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1972.
Yurtcan, Erdener, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, İstanbul Barosu Yay., İstanbul 2010.
Yücel, Mustafa T., Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, 4. Bası, TBB Yay., Ankara 2007.


* İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Öğretim Üyesi.
[1] Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım, Beta Yay. 11. Bası, İstanbul 1997, s. 169.
[2] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi,  4. Bası, Ankara 2009, s. 493.
[3] Şensoy, Naci, Ceza Hukuku Bakımından Akıl Hastalığı (Türk Ceza Kanunun 46 ve 47. Maddelerinin Analizi), İÜHFM.,C.,XII, İstanbul 1946, s. 469.
[4] Nuhoğlu, Ayşe, Ceza Hukukunda Emniyet Tedbirleri, Adil Yay., Ankara 1997, s. 30.
[5] Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 494.
[6] Sarı, Akgün, Türk Tarihinde Psikiyatriye Bakış, Editörler; Uğur, Balcıoğlu, Kocabaşoğlu, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar, İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi, No: 62 Cemre Ofset 1. Bası, İstanbul 2008, 6
[7] Üdeh, Abdülkadir, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, Çev. Akif Nuri Karcıoğlu, Ankara 1969, s. 554.
[8] Aydın, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi,  Hars Yay., 5. Bası, İstanbul 2005, s. 185.
[9] Cin/Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, Sayram Yay., Konya 2003, s. 212.
[10] Taner, Tahir, Ceza Hukuku Umumi Kısım, İsmail Akgün Mat., 3. Basım, İstanbul 1953, s. 362.
[11] Artuk, Mehmet Emin, Güvenlik Tedbirlerinin Genel Esasları, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku Cilt III, Yeditepe Üniversitesi Yay., İstanbul 2010, s.  275.
[12] Yenisey/Plagemann, Strafgesetzbuchs (Alman Ceza Kanunu) Beta Yay., 1. Bası, İstanbul 2009, s. 18-19.
[13] Yenisey/Plagemann, s. 19.
[14]Özcan, Onur, Fransız Ceza Hukukunda Akıl Bozukluğunun Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Yeditepe Üniversitesi Hukuku Dergisi Cilt: 5, Sayı: 2, İstanbul 2008,  s. 211.
[15] Yücel, Mustafa T., Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, 4. Bası, TBB Yay., Ankara 2007, s. 320.
[16] Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 482.
[17] Koparan, Reşat, TCK Genel Hükümler Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Sebepler, TBB Dergisi, Yıl 19, Sayı: 64, Mayıs -Haziran 2006, s. 338.
[18] Dünya Sağlık Örgütü (WHO) akıl hastalığını, kişinin psikolojik fonksiyonlarının önemli ölçüde bozulması ve bozulmanın sonucu olarak kişinin idrak yeteneği ile diğer yeteneklerinin, özellikle yaşam şartlarına uymada ve gerçeklerle bağlantı kurmada önemli ölçüde bozulmalar olarak tanımlamaktadır.
[19] Akıl hastalığının belirlenmesine yönelik kanuni sistemler üçe ayrılmaktadır. 1-Biyolojik sistemde; kanun koyucu akıl hastalığı türlerini madde metninde tek tek tıbbi kavramlar halinde saymak suretiyle düzenleme yoluna gitmektedir. Bu sistemde akıl hastalıklarının fail üzerindeki etkisi önem taşımaz. Bu sistem akıl hastalıklarının tamamının kanunda sayılmasının olanaksız olması ve teknik tıbbi kavramların farklı anlamlara gelebileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Bu sistemi kabul eden kanunlara örnek olarak 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu (m.64) gösterilmektedir.2- Psikolojik sistemde; ceza sorumsuzluğunu gerektiren akıl hastalıkları konusunda kriter olarak failin fiili işlediği sırada irade ve hareket serbestisinin mevcut olup olmadığı esas alınmaktadır. Bu sisteme sadece somut olayda failin irade ve hareket serbestisinin olup olmadığı esasından hareket eder. Dolayısıyla hangi tür akıl hastalıklarının şuur ve irade serbestisini ortadan kaldıracağı kanunda yer almaz. Bu sistem akıl hastalığının kapsamını çok genişleterek iradeyi etkileyen tüm halleri kapsamına alması dolayısıyla eleştirilmiştir.  Bu sisteme örnek olarak 1853 tarihli İsviçre Federal Kanunu (m. 27) gösterilmektedir. 3- Karma sistemde; failde hem patolojik hem de biyolojik bir durumun varlığı aranmakta hem de bu halin kişinin irade serbestisini etkileyip etkilemediği araştırılmaktadır. Yani  suçu işlediği anda akıl hastası olması sebebiyle irade ve hareket serbestîsine sahip olmayan kimsenin cezai sorumluluğunun olmayacağı kabul edilmektedir. 765 ve 5237 sayılı Ceza Kanunlarımızda bu sistem kabul edilmiştir. Bu sistemler hakkında Bkz. Şensoy, Naci, Ceza Hukuku Bakımından Akıl Hastalığı, s. 465-469, Erem/Danışman/Artuk,  Ceza Hukuku Genel Hükümler Seçkin Yay., Ankara 1997, s. 516-517, Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 495-496.
[20] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 5. Bası, Ankara 2007. s. 318.
[21] Antolisei, s. 441, aktaran, Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları, Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967, s. 121.
[22] Parlar/Hatipoğlu, Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2010, s. 290.
[23] Antolisei, a.g.e, 1980, aktaran, Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yay., Ankara 2005, s. 403.
[24] Erem/Danışman/Artuk, s. 522.
[25] Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu Yorumu, Yayın Mat., Ankara 2007, s. 366.
[26]Epilepsi hastası olduğunu ve psikolojik rahatsızlığı bulunduğunu ileri süren sanığın, suç tarihinde ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracak ya da azaltacak bir durumun bulunup bulunmadığının araştırılarak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi…” (Yarg. 4. CD., 19.02.2007- 10741/1675) karar için bkz. Yalvaç, Gürsel, İçtihatlı Türk Ceza Kanunu Adalet Yay., Ankara 2008, s. 283.
[27] TCK m. 32’nin gerekçesi.
[28] Garçon Art. 64, No: 25, aktaran Dönmezer/Erman, s. 172, 95 no’lu dipnot.
[29] 765 sayılı TCK m. Madde 46 - (Değişik madde: 18/05/1955 - 6569/1 md.)
Fiili işlediği zaman şuurunun veya harekatının serbestisini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçar olan kimseye ceza verilemez.
Ancak bu şahsın muhafaza ve tedavi altına alınmasına hazırlık tahkikatında Sulh Hakimi, ilk tahkikatta Sorgu Hakimi ve son tahkikatta vazifeli mahkeme tarafından karar verilir.
Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya kadar devam eder. Yalnız maznuna isnad olunan suç, ağır hapis cezasını müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz.
Muhafaza ve tedavi altına alınan şahıs; muhafaza ve tedavinin icra kılındığı müessesesinin sıhhi heyetince, şifası tebeyyün ettiğine dair verilecek rapor üzerine aynı kazai mercice serbest bırakılır.
Bu husustaki rapor ve kararda, hastalığın ve isnad olunan suçun mahiyeti göz önünde tutularak, içtimai emniyet bakımından şahsın tıbbi kontrole ve muayeneye tabi tutulup tutulmayacağı, tutulacaksa müddet ve fasılası da gösterilir.
Tıbbi kontrol ve muayene; Cumhuriyet Müddeiumumilerince, kararda gösterilen müddet ve fasılalarda bu şahısların bulundukları mahalde yoksa en yakın salahiyetli mütehassısı olan hastane sıhhi heyetlerine sevk edilmeleri suretiyle temin olunur.
Bu tıbbi kontrol ve muayenede nüks arazı gösterenler hakim veya mahkeme kararıyla yine muhafaza ve tedavi altına alınıp aynı muamelelere tabi tutulur.
Madde 47 - (Değişik madde: 09/07/1953 - 6123/1 md.)
Fiili işlediği zaman şuurunun veya harekatının serbestisini ehemmiyetli derecede azaltacak surette akli maluliyete müptela olan kimseye verilecek ceza aşağıda yazılı şekilde indirilir:
1. Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası yerine 15 seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis;
2. Müebbet ağır hapis yerine 10 seneden 15 seneye kadar ağır hapis;
3. Amme hizmetlerinden müebbet memnuiyet yerine muvakkatı memnuiyet; cezaları hükmolunur.
Diğer cezalar üçte birden yarıya kadar indirilir.
[30] Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 3. Bası, Ankara 2008, s. 366.
[31] Aksi görüşler için bkz. Centel, Nur, Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yay., 3. Bası, İstanbul 2005, s. 381, Donay, Süheyl, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Beta Yay., İstanbul 2007, s. 52, Demirbaş, Timur, s. 320- 321.
[32] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi,   4. Bası, Ankara 2009,  s. 501.
[33] Erem/Danışman/Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., Ankara 1997, s. 517.
[34] Kunter, Nurullah, Akıl Hastalarına Karşı Cemiyetin Müdafası, Raporlar, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, İstanbul 1958, s. 356 aktaran Nuhoğlu, Ayşe, s.  182.
[35] Dönmezer, Sulhi, Cezai Mesuliyetin Esası, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul 1949, s. 93.
[36] Kanun koyucu her ikisi de kusurluluğu etkileyen haller olmasına karşın, akıl hastalığında fiili işlendiği an ibaresine yer vermezken, sağır ve dilsizlik durumunu düzenlerken açıkça “fiili işlediği an” ibaresine yer vermiştir. bkz. (m. 33/1).
[37]Sanığın ailesinin 14.11.2001 havale tarihli dilekçesinde oğlunun sara hastası olduğunu ve akli melekelerinden yoksun olduğunu belirtmesi karşısında suç tarihinde ceza ehliyetini tamamen veya kısmen ortadan kaldıracak surette akıl hastası olup olmadığı usulen tesbit edilip sonucuna göre hüküm tesisi gerektiğinin gözetilmemesi…” Yarg. 11 CD., 09.12.2003 Tarih ve  11605-8994 Sayılı kararı, Karar için Bkz.         Parlar/Hatipoğlu, s. 378.
[38]Özkan/Hakeri, Ceza Hukuku ve Ruhsal Bozukluklar www.akader.info/KHUKA/2_98_ekim/ceza_hukuku_ve ruhsal.htm, s. 8 (15.09.2010). 
[39] Özkan/Hakeri, s. 2.
[40] Erem/Danışman/Artuk, s. 518.
[41] Erem/Danışman/Artuk, s. 518.
[42] Yarg. 9. CD.’nin 30.12.2008 tarih ve 2008/6230 E. 2009/1 K., sayılı kararında özetle “…sanığın akıl hastası olup olmadığı Adli Tıp Kurumu veya tam teşekküllü resmi sağlık kurumlarından aldırılacak sağlık kurulu raporları ile saptanabilir”. Denilmektedir. Karar İçin Bkz. www.akip. net (Erişim Tarihi: 14.09.2010).
[43] Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları, Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967, s. 122.
[44] Sar’a (epilepsi) ani bir biçimde nöbetlerle gelen kasılmalarla devam eden, şuur kaybına yol açan bir hastalıktır. Bu konu ilerleyen sayfalarda ayrıca ele alınacaktır. Bkz. s. 12.
[45] Hafızoğulları, Zeki, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda İsnat Yeteneğini Azaltan veya Kaldıran Nedenler, http://www.abchukuk.com/makale/makale310.html. (15.09.2010).
[46] Malkoç, İsmail, Yeni Türk Ceza Kanunu I. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008, s. 258.
[47] Özkan/Hakeri, s. 4.
[48] İHAM’ın 18.06.1971 tarihli Belçika’ya karşı De Wilde, Ooms ve Versyp kararında “Sosyal güvenlik amaçlı olan bu düzenleme, topluma uyum göstermeyen kişilerin bizzat kendilerine karşı da korunması bu nedenle de özgürlüklerinin kısıtlanmasını öngörmektedir. Divana göre Belçika Ceza Kanunu’nun 347. maddesi uyarınca sabit bir ikametgahı, düzenli bir işi ve mesleği bulunmayan kişilerin herhangi bir suç iddiasıyla olmaksızın yalnızca bu tanım anlamında serseri olduğu için bir savcı tarafından serseri toplama kampına gönderme karar verilmesi bu maddeye uygundur” denilmiştir. Bkz. Tezcan/Erdem/Sancakdar, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2004, s. 285.
[49] Özcan, Onur, age. s. 214.
[50] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 497.
[51] Koca/ Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009, s. 321.
[52] Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları, Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967, s. 122.
[53] Koca/ Üzülmez, s. 322.
[54] Hafızoğulları, Zeki, a.g.m. s. 5.
[55] Yeni Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Yay., İstanbul 1975, s. 743.
[56] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 498.
[57] İçel/Akıncı/Özgenç/Sözüer/Mahmutoğlu/ Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, İstanbul 2000, s. 217.
[58] Dönmezer/Erman, s. 172. Pradel konuya ilişkin olarak verdiği örnekte; uyurgezer olduğunu bilen ve elinde silahla uyuyan bir kimse bir cinayet işlediğinde tedbirsizlik ve dikkatsizlikle adam öldürmekten dolayı sorumlu tutulacağını belirtmektedir. Jean Pradel, a.g.e kn. 479, aktaran: Özcan Onur, s. 212.
[59] Centel/Zafer/Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş,Beta Yay., 3. Baskı, İstanbul 2005,  s. 387.
[60] Gelişim Hachette Alfabetik Genel Kültür Ansiklopedisi, İnterpress Yay., İstanbul 1993, s. 1906.
[61] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, s. 498.
[62] Dönmezer/Erman, s. 172.
[63]ALİC olarak kısaltılan bu ilke failin herhangi bir şekilde hareketin yapıldığı esnada kendisini kusur yeteneğinden yoksun hale getirmesi veya kendinsin kusur yeteneksizliğine neden olmasının kendisini sorumluluktan kurtarmayacağı anlamını taşır. Bu konuda bkz. Ünver, Yener, Sebebinde Serbest Hareketler Kuramı, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan,  İstanbul 1999, s. 801 ve devamı.
[64] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 5. Bası, Ankara 2007,  s. 319.
[65] Yeni Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Yay., İstanbul 1975, s. 626.
[66] Soyaslan, Doğan, Kriminoloji (Suç ve Ceza Bilimleri), Yetkin Yay., 3. Baskı, Ankara 2003, s. 81.
[67] Şensoy, Naci, s. 485.
[68] İlkay, Samuk, Tosun, Savrun, Cerrahpaşa Piskiyatri, İstanbul 2002, s. 329.
[69] Özcan, Onur, s. 214.
[70] Malkoç, İsmail, s. 261.
[71] Hastalığın türleri ve reaksiyonları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Öztürel, Adnan, Adli Tıp, GİM Güzel İstanbul Matbaası, Ankara 1971, s. 306-307.
[72] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 6. Bası, Ankara 2009, s. 318.
[73] Demirbaş, Timur,  s. 330.
[74] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Yay., Ankara 2006, s. 640.
[75] Öztürel, Adnan, Adli Tıp, Gim Güzel İstanbul Matbaası, Ankara 1971, s. 303.
[76] Centel, Nur, Türk Ceza Hukukuna Giriş, s. 387, 111. no’lu dipnot.
[77] Dinçmen, Kriton; Deskriptiv ve Dinamik, Psikiyatri, Ar Yayın Dağıtım, İstanbul 1981, s. 102.
[78] Öztürk, M. Orhan, Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği 7. Basım, Ankara 1997, s. 175.
[79] Öztürk, M. Orhan, s. 186.
[80] İlkay, Samuk, Tosun, Savrun, Cerrahpaşa Piskiyatri, İstanbul 2002, s. 340.
[81] Dönmezer, Sulhi, Kişilere ve Mallara Karşı Cürümler, Beta Yay, 17. Bası, İstanbul 2004, s. 54-55.
[82] Bu görüşler için Bkz. Erem/Danışman/Artuk, s. 520-521.
[83] Akgün, Nejat, Adli Psikiyatri, Ankara 1987, s. 81.
[84] Erdoğan, A. Seviç, Özkepir, Ramazan, s. 45.
[85] Tahrik kavramının adli psikiyatri açısından değerlendirilmesi için bkz. Dinçmen, Kriton, Tahrik Kavramının Adli Psikiyatri Yönünden İrdelenmesi Adli Tıp Dergisi,  Cilt: 1 Sayı:1, Adli Tıp Kurumu, İstanbul 1985, s. 90-94.
[86] Yarg. CGK’nın 19.11.1990 tarih ve  1- 254/277 sayılı kararı için bkz. Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 529.
[87] Erem/Danışman/Artuk, s. 520.
[88] Günay, Erhan, Haksız Tahrik, Seçkin Yay., 1. Bası, Ankara 2009, s. 69.
[89] Alacakaptan, Uğur, s. 123, aynı yönde bkz. Akgün Nejat, s. 79.
[90] Tutumlu, s. 64, aktaran, Günay, Erhan, s. 70.
[91] Günay, Erhan, s. 70.
[92] ARTUK, M. Emin, YENİDÜNYA, Caner,  Türk Ceza Hukukunda Haksız Tahrik Müessesesi, Prof. Dr. Ergun Önen’e Armağan, Alkım Yay., İstanbul 2003, s. 505. Farklı Görüş İçin Bkz Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Genel Hukuku, s. 547.
[93] 5327 Sayılı TCK m. 82’nin gerekçesi.
[94] Yarg. 1.CD’nin 27.09.1994 tarih ve 1994/2431 E., 1994/2977 K., sayılı kararı (YKD, Yıl: 1995, s. 103 aktaran, Dönmezer, Sulhi, Kişilere ve Mallara Karşı Cürümler, s. 51.
[95] Erem/Danışman/Artuk, s. 520.
[96] Erem/Danışman/Artuk, s. 521.
[97] Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası Beta Yay., İstanbul, 2010, s. 591.
[98] Altıparmak, Cüneyd, Soruşturma Evresi, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009, s. 125.
[99] Centel/Zafer, s. 226.
[100] Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Kitap, Beta Yay.,  17. Bası, İstanbul 2010, s. 238.
[101]Akıl hastası şüpheli hakkında kamu davası açılamayacağına ilişkin yasal bir düzenleme olmadığı, akıl hastalığı nedeniyle avukat olan şüpheli hakkında kovuşturmama kararı verilemez.” Yarg. 4. CD, 10.06.2009 tarih ve 4326/11761 K., sayılı kararı, Karar için bkz. Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu I. Cilt, Adalet Yay., Ankara 2010, s. 909. Yine YCGK’nın 09.10.2001-10-209/212 sayılı kararında “tam akıl hastası sanığın tedavi ve muhafazasına hükmedilebilmesi için açılan davada isnat yeteneğinin fiil- fail- isnat yeteneği arasındaki ilişkinin araştırılabilmesi bakımından bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır. Suçu işlediği sırada tam akıl hastası olduğu saptanan sanık hakkında emniyet tedbiri yargılaması sırasında  mahkemece CMUK’da öngörülen yöntemle sorguya çekilmeksizin yargılamanın bitirilerek muhafaza ve tedbir kararı verilmesi  isabetsiz olduğundan...”  denilmiştir. YKD.XXVIII, 03.03.2002 s. 441- 445, Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku Pratik Çalışma Kitabı, Beta Yay., 2. Bası, İstanbul, 2008, s. 154-155.
[102] Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası Beta Yay., İstanbul, 2010, s. 590.
[103] Yurtcan, Erdener, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, İstanbul Barosu Yay., İstanbul 2010, s. 340-347. Sanık A.. Y.. nin 19.09.2003 tarihinde ruhsatsız tabanca ile N. A’yı öldürmeye teşebbüs ettiği iddiasıyla 765 sayılı yasanın 448, 62, 32, 33 ve 6136 sayılı yasanın 13-1 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince  17.11.2005 gün ve 16/103 sayı ile akıl hastalığı nedeniyle kendisine isnad edilen suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış bulunan sanığa 5237 sayılı Kanunun 32-1 maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına Sanığın 5237 sayılı TCK’ nın 5771 -2 maddeleri uyarınca yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınmasına, yerleştirilecek kurumu sağlık kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalkmasına veya öneli ölçüde azalttığının belirlenmesine kadar bu koruma ve tedavinin devamına bu hususun ilgili kurumca mahkemenize bildirilmesi  halinde serbest bırakılması hususunda ilerde tekrar dosyanın ele alınmasına bu itibarla ilgili kurumun sağlık kurulundan aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca rapor istenmesine bu itibarla dosyanın tasdikli bir örneğinin ve ilgili kuruma gönderilmesine ve müsadereye hükmedilmiş bu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine de Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11. 07.2007 gün ve 3615- 5742 sayı ile sanık ve mağdurdaki yara yerleri yaraların niteliği ve yararlanma derecelerini de belirtir şekilde raporlarının aldırılarak sanık müdafiinin olayı gördüklerini söylediği tanıklar H… E… Y… in dinlenip tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra suçun sübut ve vasfının belirlenmesi ve buna göre sanığının hukuki durumunun tayini ile hüküm tesisi gerekirken yazılı şekilde eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması isabetsizliğinden dolayı bozma kararı verilmiştir.
Bozma üzerine Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine 16.101.2007 gün ve 254- 320 sayı ile “… Bozma ilamında sanık ve mağdurdaki yaraların mahiyeti ve olayı görmüş olan iki şahsın dinlenmemiş olmaması gerekçe gösterilerek karar bozulmuş ise de Adli Tıp Genel Kurulu tarafından verilen rapor karşısında mağdurun yaralanma derecesi önem kazanmamaktadır. Yapılan yargılamada sanığın müsned suçları işlemiş olduğu kesin olarak anlaşılmış ancak yukarıda belirtildiği üzere adli tıp raporuna göre sanığa ceza verilmemiştir. Bozma ilamında belirtilen eksikliklerin giderilmesi sonucu etkilemediği kanaatine varılarak bozma ilamına uyulmayarak direnme kararı verilmiştir.” Şeklindeki açıklama ile “ mahkememizin 17/10 2005 tarih ve 2004 -16 E, 2005/103 K. sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan bu kararımızda dilenilmesine.” denildikten sonra önceki hüküm aynen verilmiş ve bu hüküm sanık müdafii tarafından eksik soruşturmaya vs. ye yönelik olarak temyiz edilmiştir. Dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma istekli, 13. 01. 2008 gün ve 270130 sayılı tebliğnamesi ile 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza genel kurulunca okundu gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU
Sanık AY’nin  19.09.2003 tarihinde Cuma namazı çıkışında mağdur N.A ya isabet kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip ardından da tabancanın kabzası ile darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayla ilgili olarak yerel mahkeme ile Özel Daire arasında ortaya çıkan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak belirlendiği durumlarda suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin gerekip gerekmediğidir” diyerek akıl hastalığının saptanması durumunda yapılacak uygulamanın sınırlarını belirleme açısından işlenen fiilin suç oluşturup oluşturmadığını eğer oluşturuyorsa suç vasfının belirlenmesini ve gerek sübuta ve gerekse vasfa ilişkin gerekçeli değerlendirmenin hükme dercedilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu nedenlerle sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak dosya tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 4271 sayılı yasanın 223/3-a maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı yasanın 57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından ileri sürülen h.e ile E Y’nin ifadelerine başvurularak ya da başvurmak gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan keza sanığın, keza sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesince açmış bulunduğu 2004/31 E. Sayılı şahsi dava dosyasının onaylı bir örneği dosyaya celbedilip duruşmada okunarak değerlendirmesi yapılmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya dayanmaktadır.
 Öte yandan 5271 sayılı CMK’nın “Duruşmanın Sona Ermesi ve Hüküm” başlıklı 223. maddesinin 3. Fıkrasının c bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCK’nın 32/1. madde ve fıkrası uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olması nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hükmü de bulunmamaktadır.
 Bu itibarla; sanık müdafiinin temyiz itirazlarının kabulüyle yerinde görülmeyen yerel mahkeme hükmünün tebliğnamedeki düşünce doğrultusunda bozulmasına ve dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.

[104] Yarg. CGK. 29.02.2000, 1-31/39 sayılı kararında “Savunmalarının farklılık göstermesi veya olayın vahameti sanığın akli durumu yönünden başlı başına kuşku uyandıracak etkenlerden değildir.”denilmiştir. Artuk/Gökcen/Yenidünya,  2006 s. 642, 73. no’lu dipnot.
[105]Suç tarihinde herhangi bir hastalığı bulunmadığı saptanan sanığın yargılama sürecinde ortaya çıkan rahatsızlığının savunma yeteneğini kısıtlar nitelikte bulunup bulunmadığına ilişkin Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınarak belirlenmesi gerekirken yargılama faaliyetinin sürdürülmesi hukuka aykırıdır.”Yarg. 1.CD, 27.03.2006, 979, bkz Hakeri, Hakan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 7. Bası, Ankara 2008, s. 147.
[106] 5271 sayılı CMK m. 223/8 “Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir…”
[107] Doktrinde duruşma ehliyeti olarak kabul edilen bu durum, sanığın duruşmada veya duruşma dışında yapılan muhakemeye ilişkin açıklamaları algılama, gerekli açıklamaları yapma, makul ve anlaşılabilir bir şekilde savunmayı yürütebilme ve kendi çıkarlarını yönetebilme yeteneği olarak tarif edilmektedir. Bkz. Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 591.
[108] Taner, Tahir, Ceza Hukuku Umumi Kısım, 3. Basım, İsmail Akgün Mat., İstanbul 1953, s. 378.
[109] Tosun, Öztekin, Suç Muhakemesi Hukuku, Sulhi Garan Mat.,  2. Bası, İstanbul 1976, s. 313.
[110] Yargıtay 765 sayılı TCK döneminde vermiş olduğu bir kararında “işlediği iddia edilen suçlara karşı ceza ehliyeti tam olan ancak akıl hastalığına yargılama aşamasında yakalanmış olan sanık hakkında  muhakemeye devama ve neticelerini algılamaktan aciz bulunacağı cezalar tertip etmeye yasal olanak bulunmadığından; mahkemenin durmasına hükmedilmeli, sanık bir akıl hastalıkları hastanesinde muhafaza gözlem ve tedaviye tabi tutulmalı amaca uygun aralıklarla salaha ulaşıp ulaşmadığı sorulup tıbben saptanmalı, hakkında kurulacak ceza yaptırımı hükmünün nedeni ve sonuçlarını algılama derecesinde salaha kavuştuğu bildirildiğinde durma işlemine son verilip yargılanması başlatılmalı, iyileştiğinin tıbbi raporla belirlenmesini takiben sanığın hukuki durumu değerlendirilerek hüküm kurulmalıdır. Bu merasime uymayan ve tam akıl hastalığının yargılamaya ve hüküm kurmaya engel olduğunu gözetmeyen yerel mahkemenin mahkumiyet kararı usul ve yasaya aykırıdır” şeklinde karar vermiştir. Yarg. 1. CD, 28.06.1995,-1866/2064 YKD XXI, S. 1622, 1623, Bkz. Centel/Zafer, s. 592. 
[111] Eski hale getirme kurumu hakkında Bkz. Centel/Zafer, s. 481-488.
[112] Şensoy, Naci, s. 507.
[113] Şensoy, Naci, s. 507.
[114] Bakanlar Kurulu Karar tarihi 20.03.2006 Karar No: 2006/10218, Resmi Gazete No: 26131.
[115] Koca/ Üzülmez, s. 322.
[116] Centel, Nur, Yeni Türk Ceza Kanununda Cezalar ve Güvenlik Tedbirleri Sistemi, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu, 5. Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7, s. 61.
[117] Artuk, Mehmet Emin, Yeni Türk Ceza Kanunun Genel Hükümlerine İlişkin Düşünceler, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu, 5. Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7, s. 30.
[118] Artuk, Mehmet, Emin, Güvenlik Tedbirlerinin Genel Esasları, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku Cilt III, Yeditepe Üniversitesi Yay., İstanbul 2010, s. 279.
[119] Nuhoğlu, Ayşe, s. 107.
[120] Nuhoğlu, Ayşe, s. 201.
[121] Nuhoğlu, Ayşe, s. 201.
[122] Malkoç, İsmail, s. 260.
[123] Kişideki tehlikelilik halinin saptanmasının kanuna mı yoksa yetkili merciin takdirine mi bırakılması gerektiği konusunda Mukayeseli hukuktaki düzenlemeler için bkz. Artuk, Mehmet, Emin, agm., s. 280-281.
[124] Doktrinde bu sistem ceza ve güvenlik tedbirinin birbirinin yerine uygulanması sistemi olarak adlandırılmaktadır. Bu sistemde kusurlu fiili nedeniyle fail hakkında önce ceza tayin edilmekte ancak bu cezanın infazının devamı sırasında ceza yerine tedbir ikame edilebildiği gibi istenen amacın elde edilememesi halinde cezaya da dönülebilmektedir. Bu sistem bir çok hükümlünün tedavi sürecinde kasti hareketler yaparak bu tedbirin uygulanmasına muhalefet ederek daha kısa olan cezanın infazını temin etmeye çalışabilmesi dolayısıyla eleştirilmektedir. Bkz. Çolak/Altun, Ceza Ve Güvenlik Tedbirleri,  Bilge Yay., 1. Bası, Ankara 2007, s. 771.
[125] Ceza Muhakemesi Hukukunda kesin hükmün etkisine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Yurtcan, Erdener, Kesin Hükmün Ceza Muhakemesini Önleme Etkisi, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1972.
[126] Tosun, Öztekin, s. 321.
[127] Özkepir, R., Erdoğan, A.S, Kasten Adam Öldürme Suçları (Açıklamalı- İçtihatlı) Seçkin Yay, Ankara, s. 41.
[128] Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 14.11.1995 tarih ve 10075/10639 sayılı kararı, bkz, Yerli, F. Kemal, Öğretide ve Uygulamada Akıl Hastalıklarından Epilepsinin Ceza Hukuku Açısından Etkisi ve Sonuçları, http://www.yeniforumuz.biz/showthread.php?401462-%C3%B6%C4%9Fretide-ve-uygulamada-akil   hastaliklarindan-epilepsi (26.10.2010).

2 yorum:

sinanbayindir@aydin.edu.tr