TÜRK CEZA HUKUKUNDA AKIL HASTALIĞI VE SONUÇLARI
“MENTAL ILLNESS IN TURKISH CRIMINAL LAW AND ITS CONSEQUENCES”
Yrd.
Doç. Dr. Sinan BAYINDIR*
Özet
Bu çalışmamızda
derecesine göre kusurluluğu kaldıran veya azaltan bir hal olarak akıl
hastalığının ceza hukukunda düzenlenişi ve akıl hastalığına bağlanan sonuçlar
ele alınmıştır. Çalışmada öncelikle akıl hastalığının Mukayeseli Hukuktaki
düzenlenişine yer verilmiş, ardından Türk Ceza Hukukunda nasıl düzenlendiği
izah edilmiştir. Yine akıl hastalığına Ceza Muhakemesi Hukukunun ve İnfaz
Hukukunda ne gibi sonuçlar bağlandığına yer verilmiştir. Akıl hastalığının tam
ve kısmi akıl hastalığı olarak ayrımına taraftar olmamakla beraber TCK m. 32/1
ve 32/2 arasındaki ayrımı ifade etmek açısında bu ayrım esas alınmıştır.
Abstract:
In this study, the arrangement of
mental illness and the results linked to mental illness which remove or reduce
the fault based on its degree are discussed. In the study, first issue of
arrangement of mentall illness in Comparative Law is studied and the
arrangement in Turkish Criminal Law is explained. Moreover the issue of mentall
illness with respect to criminal procedure law and execution law is studied. On
the other hand, a differentation between the provision of Turkish Criminal Code Art 32/1 and 32/2 is
discussed despite the fact that we don’t support such a differentiation
concerning the complete and partial mentall illness.
Anahtar Kelimeler: Akıl hastalığı,
suç, cezai sorumluluk, kusur,
Keywords : Mental illness, crime, criminal liability, fault,
accussation.
I-
Tarihçe
Akıl hastalığının ceza sorumluluğunu kaldırıcı veya azaltıcı etkisi çok
uzun zamandan beri tanınmıştır[1]. Öyle
ki Asur, Babil, Eti, Mısır, Sümer
gibi uygarlıklarda akıl hastalarının cezalandırılmadığı görülmüştür[2].
Roma Hukukunda akıl hastalarının (Furiosus)
işledikleri suçlardan sorumlu olmadıkları kabul edilmiştir[3].
Digesta’ya göre kişinin cezalandırılabilmesi için sağlıklı olması şart
olduğundan akıl hastalarının bu hastalıkları dolayısıyla zaten
cezalandırıldıkları kabul edilmekteydi[4].
Ortaçağ Avrupasında ise akıl hastalarının cezai sorumlulukları kabul
edilmekte ve bunların cinler tarafından çarpıldığı ve içlerine şeytan girmiş
olduğundan bahisle kötü muamelelere maruz bırakılmaktaydı[5].
İslam Hukukunda akıl sağlığı yerinde olmayanlar bunun geçici veya kalıcı
olmasına göre bir takım yükümlülüklerden muaf tutulmuştur[6].
Nitekim idrak kabiliyetini yitirenlere ceza verilmemesi esası benimsenmiştir[7]. Akıl
hastalığı, Allah’ın haklarına karşı olan suçlar (had suçları) olarak
adlandırılan içki, zina, hırsızlık gibi suçlar açısından cezai ehliyeti ortadan
kaldırmaktadır[8]. Yine akıl zayıflığı (ateh) olanların cezai sorumluluk açısından
akıl hastaları ile bir tutuldukları görülmektedir[9].
Hukukumuzda akıl hastalığına ilişkin ilk düzenleme 1274 tarihli Ceza
Kanunu (Ceza Kanunname-i Hümayun) ile “cinnet” adı altında ifade
edilerek cezai sorumluluğu kabul edilmiştir[10].
II-
Mukayeseli Hukukta Akıl Hastalığının Düzenlenişi
Mukayeseli hukukta bir kısım ceza kanunları sadece indirilmiş ceza
öngörmekte iken kimi kanunlar da sadece güvenlik tedbirlerine yer vermektedir.
Hem güvenlik tedbirine hem de cezaya yer veren bir başka grup kanun ise bunlardan
hangisinin sanık hakkında uygulanacağı konusunda hâkime takdir hakkı
vermektedir[11].
Alman Ceza Kanunu (StGB) m. 20’de “hastalık teşkil eden ruhi bir
bozukluktan, esaslı bir şuur bozukluğundan veya akıl zayıflığından veya başka
bir anormal ağır ruhi bozukluktan dolayı, fiilin hukuka aykırılığını anlama ve
bu anlayışa göre hareket etme kabiliyetine sahip bulunmayan bir kişi kusurlu
hareket etmiş olmaz” denilmiştir[12].
StGB m. 21’de “failin fiilinin haksızlığını anlama veya bu anlayışa göre
hareket etme ehliyeti fiilin icrası sırasında
20. maddede gösterilen sebeplerle önemli derecede azalmışsa, ceza 49.
madenin birinci fıkrasına göre indirilebilir.” hükmüne yer verilmiştir[13].
Fransız Ceza Kanunu m. 122/1’de “olay
anında temyiz gücünü veya hareketlerini kontrol yeteneğini ortadan kaldıran bir
psişik veya nöropsişik teşevvüş içinde bulunan kimse cezaen sorumlu olmaz denilmiş ikinci fıkrada ise “olay anında temyiz gücünü bozan veya
hareketlerini kontrol yeteneğini engelleyen bir psişik veya nöropsişik teşevvüş
içinde bulunan kimse cezalandırılabilir” denilmiştir [14].
İsveç Ceza Kanunu 33. bölüm 2. kısımda
“kişi akıl hastalığı, akıl zayıflığı veya akıl hastalığı derecesinde
düşünülmesi gereken yoğunlukta akıl normalliği etkisiyle suç işlediğinde, özel
bakıma alınma veya ikinci paragrafta belirtilen hallerde para cezası veya
gözetimli erteleme dışında diğer bir yaptırıma hükmedilemez. Sanığın ilerde suç
işlemesini önleme amacına hizmet edeceği saptandığında para cezası
uygulanabilir, Durumlar göz önüne alınarak özel bakımdan daha uygun olduğuna
inanıldığında denetimli serbestlik uygulanabilir.” hükmü yer almaktadır[15].
Görüldüğü üzere neredeyse tüm ülke
kanunları akıl hastalığının irade serbestisini tamamen veya önemli ölçüde
kaldırdığı hallerde kişinin cezalandırılamayacağını belirtmektedir. Esasen akıl
hastalarının cezalandırılması çok ağır bir yaptırım olan “ceza"nın akıl
hastalarına uygulanması halinde kamu vicdanının buna razı olamayacağı, ceza
sorumluğunun esasının irade serbestisine ve manevi unsura dayanması, kusur
ilkesi gibi esaslara dayandırıldığı görülmektedir.
III-
Giriş
Kanunda suç olarak tanımlanan bir fiili işleyen
kimsenin cezalandırılması esastır. Yeter ki bu eylem o kişiye yüklenebilir
(isnat edilebilir) olsun. Kusur yeteneği psişik olarak sağlıklı, yetişkin bir
kimsenin, belirli bir zamanda belirli bir toplumda geçerli olan kurallara ve
değerlere göre eyleminin haksızlık unsuru taşıdığını anlayabilmesi ve buna göre
hareket edebilme serbestisine sahip olabilmesidir. Bunun istisnalarını yaş
küçüklüğü, akıl hastalığı ve sağır dilsizlik oluşturur[16].
5237 sayılı TCK akıl hastalığını, kusurluluğu
etkileyen ve kusurluluğu ortadan kaldıran bir hal olarak düzenlemiştir.
TCK’nın 24 ve 34. maddeleri arasında “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan
Nedenler” başlığı altında hem kusurluluğu etkileyen hallere hem de hukuka
uygunluk nedenlerine bir arada yer verilmiştir. Oysa ki hukuka uygunluk
nedenleri ile kusurluluğu etkileyen haller, nitelikleri itibarıyla farklı
kurumlardır. Öyle ki bir hareket hukuka uygun ise tüm hukuk dalları açısından
hukuka uygun kabul edilir. Oysa kusurluluğu kaldıran hallerin varlığı halinde
sanığın eylemi haksızlık niteliğini korumasına karşın cezai sorumluluğuna
gidilmemesi söz konusu olmaktadır. Diğer taraftan hukuka uygunluk denetlemesi
sadece ceza hukuku kuralları esas alınmak suretiyle yapılan bir değerlendirme
değil, tüm hukuk alanları ile bir çatışmama halini ifade eder[17].
Kanunda akıl
hastalığının tanımına yer verilmemiş ancak failin fiili işlediği esnadaki kusur
yeteneğine olan etkisini esas almak suretiyle ikili bir ayrıma gidilmiştir[18]. Buna göre akıl hastalığı failin algılama ve
irade yeteneğini ya tamamen ortadan kaldırmakta ya da önemli ölçüde
azaltmaktadır. Birinci ihtimalde failin ceza sorumluluğu olmadığından faile
ceza verilmeyecektir. İkinci ihtimalde ise faile ceza verilecek ancak
cezasından kanunda belirtilen oranlarda indirim yapılacaktır.
Böylece kanun koyucu akıl hastalığını düzenlerken hem biyolojik[19] hem
de psikolojik unsurları içerisine alacak şekilde karma bir düzenlemeye yer
vermiştir[20]. Akıl kavramı zeka ve irade ile ilgili bütün
melekeleri içine alan geniş bir kavramdır[21].
Akıl hastalığının devamlı-geçici, tedavi edilebilir-edilemez, iradi-irade dışı
olup olmamasının bir önemi yoktur[22].
Keza öfke, korku, sürpriz, cinsel zevk,
utanç, tutku, kıskançlık, fanatizm, ihtiras gibi iradeyi kontrol altına
alabilen dürtüler isnat kabiliyetine tesir etmedikleri için bu durumların
etkisiyle suç işleyen kimseler akıl hastası sayılmazlar[23].
Örneğin; ihtiras insanların kararına etkileyen normal bir unsurdur. Dolayısıyla
ihtirasın irade üzerindeki etki ve derecesi ne olursa olsun kusurluluğu
etkileyen bir işlevi bulunmamaktadır[24].
Doktrinde, kanunda yer verilen akıl ibaresinin gerek zeka gerek iradeyi
ilgilendiren bütün patolojik halleri kapsamına alacak şekilde geniş
yorumlanması gerektiği belirtilmektedir[25].
Failde akıl hastalığının olup olmadığı ve varsa bu hastalığın somut
olayda irade yeteneğini kısmen ve tamamen ortadan kaldırıp kaldırmadığı
meselesi tıbbi bir konu olup; bu konu uzman bilirkişi tarafından
değerlendirilecektir[26].
Uzman bilirkişi gerekli tespitleri yaptıktan sonra akıl hastası olan kişinin
somut olay açısından algılama veya irade yeteneğinin olup olmadığını, akıl
hastalığının somut olay açısından kişinin bu yeteneklerini ne ölçüde
etkilediğini normatif olarak belirleme görevi hakime aittir[27].
Nitekim hakimin görevi akıl hastalığının tespiti olmayıp bu husus psikiyatri
biliminin alanına girdiğinden hakim, sadece psikiyatrinin sonuçlarını nazara
alır[28].
IV-
5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Akıl Hastalığı
5237 sayılı TCK m. 32’de “(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği
fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak
davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza
verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille
ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye,
ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası
yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda
birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak
koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak
da uygulanabilir.” denilmektedir[29].
5237 sayılı TCK’da da 765
sayılı TCK’da olduğu gibi akıl hastalığı, ceza sorumluluğunu kaldıran ya da
azaltan bir durum olarak düzenlenmiştir. Keza yeni düzenlemede de eskisinde
olduğu gibi kişinin cezai sorumluluğu bakımından akıl hastalığının türünden
ziyade söz konusu hastalığın kişinin algılama ve irade yeteneğine etki edip
etmediği ve bunun derecesi esas alınmıştır[30].
Buna karşın eski düzenlemeden
farklı olarak 5237 sayılı TCK’da tam-kısmi akıl hastalığı ayrımı kaldırılmıştır[31].
Yine, eski düzenlemeden farklı olarak akıl hastalarına uygulanacak güvenlik
tedbirleri ayrı bir başlık altında TCK’nın ikinci kısmında düzenlenmiştir.
Dolayısıyla yeni düzenleme
gereğince eğer kişinin algılama ve irade yeteneği yoksa ceza verilmez, ancak
hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur (TCK m. 32/1). İrade ve algılama
yeteneği azalmışsa bu durumda kişinin ceza sorumluğu vardır ancak cezasından
indirim yapılır ve hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur (TCK m. 32/2). Maddede kast- taksir ayrımı yapılmamıştır. Bu
nedenle akıl hastası tarafından işlenen fiili ister kasten ister taksirle
işlenmiş olsun, ister TCK’da ister özel kanunlarda düzenlenmiş olsun bu madde
uygulanma imkanı bulacaktır.
a-
Failin
Algılama ve İrade Yeteneğinin Olmaması (TCK m. 32/1)
TCK m.
32/1’de akıl hastalığı dolayısıyla işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını
algılama ve bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli
derecede azalmış olan kişiye ceza verilemeyeceği belirtilmiştir. Ancak buradaki
akıl hastalığının ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için;
1- Kişide bir akıl hastalığının bulunması
2- Suçun işlendiği anda bu hastalığın mevcut
olması
3- Algılama ve irade yeteneğinin kaybı ile akıl
hastalığı arasında nedensellik bağının olması gerekir[32].
Bu düzenleme gereğince bir suç
tipiklikte gösterilen tüm unsurlarıyla gerçekleşmiş olsa dahi sanık işlediği
fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan ceza sorumluluğu
söz konusu olmayacaktır. Ancak failin ceza sorumluluğunun olmaması fiilin
hukuka aykırılığını ortadan kaldırmadığı gibi, fail hakkında güvenlik
tedbirlerine hükmedilmesine de engel değildir. Bu konu ilerleyen bölümlerde
ayrıca ele alınacaktır.
Maddede yer verilen irade
yeteneğini Erem, hareket serbestîsi ve başka türlü hareket edebilme
imkânının mevcudiyeti, çeşitli nedenler arasından birini seçmek ve icraya
serbestçe karar verebilmek olarak ifade etmektedir[33]. Kunter
ise fiili işlediği sırada akıl hastalığı nedeniyle harekat serbestisinin
tamamen ortadan kalkmasını, o sırada hareketin seçilmesinde tek etkenin akıl
hastalığı olması olarak ifade etmektedir[34]. İrade kavramı saikten ayrılır. Öyle ki her
hareketin bir veya birden fazla saiki olabilir. İşte irade, bu saiklerden
birinin seçilerek buna uygun davranılması faaliyeti olarak tarif edilebilir[35].
Kanun koyucu eski düzenlemeden
farklı olarak 32. maddede “fiili işlediği
an” ibaresine yer vermemiş ise de
failin işlediği fiilden sorumlu tutulmaması için fiili işlediği anda akıl
hastalığının mevcut olması gerekir[36].
Fiilin işlendiği an özellikle belirli zamanlarda etkilerini gösteren akıl
hastalıkları açısından önem arz eder. Öyle ki suçun işlendiği anda kişinin
nöbet halinde olmaması durumunda cezai sorumluluk tam olacaktır[37].
Müteselsil (zincirleme) ve
mütemadi suçlarda temadinin ve teselsülün bittiği anın esas alınması gerekir[38].
Müteselsil suçta kanun hükmünü birkaç kez ihlal ettikten sonra iyileşen
kimsenin tekrar suç işlemesi halinde failin cezai sorumluluğu tam olacak ancak
müteselsil suçtan dolayı cezasında arttırım yoluna gidilmeyecektir[39].
Mütemadi suçlarda akıl
hastalığının ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için temadinin sona
erdiği anda akıl hastalığının varlığı gerekir[40].
Öyle ki mütemadi suçun işlenmeye başlandığı anda var olan hastalık temadi sona
ermeden etkisini kaybetmişse, suçu işlemeye devam eden fail, ehliyetini ortadan
kaldıran akıl hastalığı sona ermesine rağmen suçu işlemeyi sürdürdüğünden cezai
sorumluluğu tam olacaktır[41].
Belirtelim ki faildeki akıl
hastalığı mutlak olarak bir cezasızlık sebebi olmayıp, somut olayda faildeki bu
akıl hastalığının davranışları üzerinde ne şekilde bir etki meydana
getirdiğinin tespiti gerekir[42].
Örneğin bir kleptomanın küçük şeyler çalması halinde kusur yeteneği yokken,
kasten öldürme suçu açısından kusur yeteneği tamdır. Bu bağlamda akıl hastalığı
bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp, failin kusurluluğu azaltan veya ortadan
kaldıran bir haldir.
Krizler veya nöbetler halinde
baş gösteren akıl hastalıklarında failin iki kriz arasında işlediği suçtan
sorumlu tutulup tutulmayacağı konusunda ise, eğer akıl hastalığı krizler
arasında da akıl melekeleri üzerinde etki gösteriyorsa, fail fiilinden sorumlu
tutulmayacağı kabul edilmektedir[43].
Salt akıl hastalığı bir
cezasızlık sebebi olmayıp, ayrıca kişinin işlediği fiil ile hastalığı arasında
nedensel bir bağlantının bulunması gerekir. Örneğin bir sara[44] hastasının sadece nöbet esnasında algılama
ve irade yeteneği ortadan kalkmakta, nöbet dışındaki zamanlarda isnat yeteneği
olduğundan ceza sorumluluğu söz konusu olmaktadır[45]. Örneğin bir kleptomanın ne tür eşyaları
çalmaya meyilli olduğu saptanmadan işlediği her türlü hırsızlık suçunda ceza
sorumsuzluğu kabul edilmeyecektir[46].
Hukukumuzda ruhsal bozukluğu olan bir hasta suç işleyebilir düşüncesiyle elde
kesin veriler olmadıkça cezaevine veya hastaneye konulamaz[47].
Buna karşın İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) m. 5/e bendinde bulaşıcı
hastalık yayabilecek bir kimsenin, bir akıl hastasının, bir alkoliğin
uyuşturucu madde bağımlısı bir kişinin veya bir serserinin usulüne uygun olarak
tutulu durumda bulundurulmasının kişi özgürlüğü ve güvenliğinin bir istisnası
olarak belirtilmiştir[48].
Keza kişide suçu işlerken kusur
durumunu etkilemeyen başka bir kısım ruhsal bozuklukların olması da kusur
durumuna etki etmediği sürece göz önüne alınmayacaktır. İrade bozuklukları
olarak adlandırılan psikasteni,
nöroasteni, histeri, cinsel içerikli sapkınlık, pyromani (kundakçılık),
psikopati, nevrasteni bu tür bozukluklara örnektir[49]. İrade bozuklukları olarak adlandırılan bu
hallerde ceza sorumluluğu ortadan kalkmaz. Öyle ki irade bozukluklarında
kişinin muhakeme ve müşahede yeteneği bozulmamakta kişi suça bir takım karşı
konulamaz dürtüler neticesinde sürüklenmektedir[50].
Kişi burada yaptığı hareketinin yanlış (kusurlu) olduğunu bilmektedir. İrade bozuklukları
ile diğer ruhsal bozuklukların ayrımı koyla değildir. Ancak ceza kanununda her
ikisine de aynı sonuç bağlanmış olduğundan böyle bir ayrıma gitme gereği de
bulunmamaktadır.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu
da aynı ölçütü esas alarak akıl hastası kişinin kabahatlerden dolayı
sorumluluğunun olmayacağını kabul etmiştir. Kabahatler Kanunu m. 11/2’de akıl
hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan
veya bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede
azalmış olan kişi hakkında idari para cezası uygulanmayacağı
belirtilmiştir.
b-
Failin Algılama ve İrade Yeteneğinin Azalması (TCK m. 32/2)
765 sayılı TCK m. 47’ye karşılık gelen bu maddede tam- kısmi akıl
hastalığı ayrımına son verilmiştir. Kanaatimizce bu değişiklik yerinde
olmuştur. Zira doktrinde de belirtildiği gibi akıl hastalığı ya vardır ya da
yoktur. Bu nedenle akıl hastalığının tam ya da kısmi akıl hastalığı şeklinde
bir ayrıma gidilmesi doğru değildir[51].
Öyle ki akıl bölünmesi ve ölçülmesi mümkün olmayan bir bütün olup, şuur ve
iradenin önemli ölçüde azalmış olması ile tamamen yok olması hallerinin klinik
açıdan tespiti mümkün değildir[52].
Kaldı ki kanunda akıl hastaları için güvenlik tedbirlerinin öngörülmüş olması
da bu ayrımı gereksiz kılmaktadır.
Diğer taraftan kanunda “algılama ve irade yeteneğinin önemli derecede
azalması” ibaresinin hangi derecedeki ruhsal bozukları kapsadığını
belirlemekten uzak olduğu gibi bu gibi durumların da tanımlanması hukuken ve
tıbben de güçlük arz etmektedir. Bu durum ceza hukukundaki belirlilik ilkesini
de zedelemektedir.
Kanun koyucu, burada algılama yeteneğine sahip olan kişinin azalmış da
olsa kusur yeteneğinin ve ceza sorumluluğunun bulunduğunu kabul etmiştir[53].
Ancak burada hâkime bir takdir yetkisi tanınmıştır. Hâkim failin kusur
yeteneğindeki azalma derecesini nazara alarak maddede belirtilen oranlarda
cezadan indirim yapabileceği gibi veya fail hakkında uygulanan cezanın,
güvenlik tedbiri olarak uygulanmasına da hükmedebilir.
Kanun koyucu maddenin birinci fıkrasında kişinin davranışlarını
yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmış olmasını aramışken, ikinci
fıkrada sadece azalmasını yeterli görmüştür[54].
V-
Akıl
Hastalığı Sayılan Başlıca Haller
Akıl hastalığı tıpta psikoz olarak ifade edilir. Başlıca akıl hastalığı
türleri, uyurgezerlik, mani, hipnoz,
melankoli, şizofreni, paranoya, olarak ifade edilmektedir.
Bunlardan bir kısmı cezai sorumluluk açısından taşıdığı önem dolayısıyla
aşağıda açıklanmaktadır.
aa-
Uyurgezerlik
Bu hastalık daha çok çocukluk zamanında rastlanan bir rahatsızlıktır. Bu
rahatsızlıkta uyku esnasında dolaşma, giyinme, kapı açma, yemek yeme gibi
davranışlarda bulunma hali söz konusudur.
Uyurgezer yaptığı hareketlerin farkında değildir[55].
Patolojik bir hal olan uyurgezerlik bir nevi akıl hastalığıdır[56].
Esasen bu halde failin kusur yeteneğinin yokluğundan çok; gerçekleştirdiği
davranışların hukuki anlamda eylem niteliğini taşımadığı söylenebilir[57].
Ancak uyurgezer olduklarını bildikleri halde, uyanık bulundukları sırada
hastalıklarının zorunlu kıldığı tedbirleri almayarak suç işleyen kimseler
taksirli hareketi dolayısıyla sorumlu tutulabilecektir[58].
bb- Mani
Bu hastalıkta kişi çabuk sinirlenme, mantıksız tepki gösterme, neşeli ve
öfkeli ve düşünceli tavırlar ve öfkede artmadır. Bilinç genellikle bozulmaz ve
bu tür hastalar toplumda yaşamayı devam ettirirler hatta hoşsohbet oldukları
için sevilirler. Bu hastalık tedavi edilebilir bir hastalık olmasına karşın
tekrar nüksetmesi mümkündür[59].
Bu hastaların ceza sorumlulukları hastalığın geldiği aşamaya göre
değişir. Nöbetler sırsında kişinin ceza sorumluluğu tamdır.
cc- Hipnoz
Suni uyurgezerlik olarak da adlandırılan bu hal çeşitli yapay yollarla
kişinin uyutulması olarak ifade edilmektedir. Diğer bir ifadeyle beynin kabul
ettiği bir düşüncenin etkisinde kalma ve onu gerçekleştirme yatkınlığını
harekete geçiren ya da arttıran, yapay olarak gerçekleştirilebilen özel ruhsal
durumdur[60].
Kişi hipnotize edilmesinde kusurlu değilse bu durumda kusur yeteneğinin
bulunmadığı kabul edilecektir[61].
Ancak hipnoz yoluyla kişiyi etkisi altına alan kişi iştirak kuralları uyarınca
cezalandırılacaktır[62].
Ancak kişinin suç işlemek amacıyla hipnoz yaptırması halinde sebebinde
serbest hareketli suç -actiones liberea
in causa[63]-
durumu söz konusu olacağından kişinin ceza sorumluluğu tam olacaktır.
Yine bir kimsenin tedbirsiz bir şekilde kendine güvenerek gönüllü olarak
hipnoz olması ve bu haldeyken taksirli bir suç işlemesi halinde taksir
kuralları gereğince sorumluluğu söz konusu olacaktır[64].
dd-
Sara (Epilepsi)
Sara, genellikle geçici bilinç yitimi ve kasılmalar gibi özellikleri olan
bir hastalıktır. Hastalığa yol açan birden fazla neden olmakla birlikte başka
bir hastalıktan kaynaklanmayıp beyindeki elektrokimyasal aksaklıklar sonucu
meydana çıkar[65].
Sara hastalığı, küçük nöbetli ve
nöbetsiz ve önceden belirtili sara olarak çeşitlere ayrılır. Küçük nöbetli
sarada bayılma olmaz. Bazı sara hallerinde nöbetten bir kaç gün veya bir kaç
saat önce hastalarda huy değişikliği neşe ve keder belirir. Nöbetsiz sarada hasta görünürde nöbete tutulmamasına karşın ruhi ve
duygusal bitkinlik içindedir[66].
Ruhi sara nöbeti olarak da adlandırılan bu sara halinde şuur kaybı, baş dönmesi
ve ruhi bir sersemlik içerisindedir[67]. Yalancı nöbet olarak adlandırılan halde ise
depresif durumlarda, stres bozukluğu ve kişilik bozukluklarında görülebilen
nöbetler olup bunların gerçek nöbetlerden ayrılması oldukça güçtür[68].
Eğer sara hastası bir kişi uygun olmayan bir zamanda krizin
gelebileceğini önceden öngörebilmesine karşın gerekli tedbirleri almıyorsa
eylemin niteliğine göre kasten veya taksir nedeniyle sorumluluğu söz konusu
olabilecektir[69].
Ceza hukuku açısından nöbetten kısa bir zaman önce, nöbet esnasında veya
nöbetten sonra açılma devresinde işledikleri fiillerden sorumlu değildirler. Sara
hastalığında eylem anı ile nöbet halinin çakışıp çakışmasının somut olayda
tespiti gerekir[70]. Keza nöbet hali olmayan
sara durumları da pekala mümkündür[71].
ee-
Psikopati
Psikopati, bedeni temele dayanmayan anormal karakterli davranış
bozukluklarıdır[72]. Psikopatlar asosyal,
saldırgan ve heyecanlı bir yapıya sahip olup, kusur duygusu çok az veya hiç
yoktur[73]. Bu
bakımdan bunlar genellikle psikopatlar akıl hastası olarak değerlendirilmezler.
Bunlar topluma uymakta güçlük çeken bazen kendini göstermeye çok meraklı, bazen
ise atak veya kararsız, kavgacı kimselerdir[74].
Psikopatlar çabuk kızan, kolay sakinleşen, keder ve sevinçleri dengesiz
olan, terbiye ve telkine müsait olmayan kimselerdir[75].
Genel olarak psikopatların ceza sorumlulukları tamdır.
ff- Melankoli
Melankoli, baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık, halsizlik, şeklinde
belirtileri olan, hareketlerde ağırlaşma ve derin bir iç sıkıntısı, ve içe
kapanışa yol açan bir tür akıl hastalığıdır. Bu hastalar kimi zaman
sevdiklerini, kendilerince yaşanması mümkün olmayan bu dünyadan kurtarmak için
öldürebilirler. Kişi kendisine sürekli haksızlık yapıldığını düşünür. Hasta
sıkıntılı ve gergindir ve kendisini sürekli değersiz görür[76].
Melankoli hastaları için konuşmak, çalışmak, giyinmek, yıkanmak, hatta yemek
yemek bir külfettir[77].
Melankolinin şekline ve seyrine göre ceza sorumluluğu değişir. Hastalığın
ilerlemiş hallerinde ceza sorumsuzluğu tam iken, hafif hallerinde azaltılmış
sorumluluğu söz konusu olacaktır.
gg-Şizofreni
Daha çok genç yaşlarda başlayan bu hastalık insanın
kişiler arası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendine özgü bir
içe-kapanım bir dünyasında yaşadığı düşünüş, duyuş ve davranışlarda önemli
bozuklukların görüldüğü bir psikozdur[78]. Şizofren hastalarının çoğunluğunda belirgin
vurdumduymazlık, ilgisizlik, donukluk, çekingenlik vardır[79].
Akut şizofren hastalarının birçoğu normal görünürler. Bir kısım hastalar
arkadaş ve yakın çevresinden uzaklaşır, zamanın çoğunu tek başına yalnız olarak
odasında geçirir[80].
VI-
Akıl
Hastalığının Diğer Kavramlarla İlişkisi
A- Tasarlama
5237 sayılı TCK m. 82’de yer alan insan öldürme suçunda, suçun
tasarlanarak işlenmesi bir nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Kişinin akıl
hastası iken, suçu tasarlayarak işleyip işleyemeyeceğinin tartışılması gerekir.
Gerçekten tasarlama belirli bir fikri çabayı gerektiren bir süreçtir. Bu
bağlamda tasarlama, suçun işlenmesi için failde daha önceden oluşmuş bir
niyeti, iradeyi ifade eder[81].
Erem, Danışman, Artuk, failin,
işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneğinin önemli
derecede azalmış olması halinde (YTCK m. 32/1 deki hal) failin ceza
sorumluğunun olmayacağını diğer ihtimalde ise (YTCK m. 32/2’deki hal)
sorumluluğu konusunda mukayeseli hukukta farklı görüşlerin olduğunu
belirtmektedirler[82].
Kişinin işlediği fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme
yeteneğinin önemli derecede azalmış olması ihtimalinde zaten kişiye ceza
verilmeyeceğinden eylemin aniden ya da tasarlanarak işlenmiş olmasının pratik
açıdan bir önemi yoktur[83].
Kanaatimizce bu konuda kesin bir ölçüt konulması mümkün olmayıp; her akıl
hastalığı açısından konunun ayrıca değerlendirilmesi daha yerinde bir yaklaşım
olacaktır.
Doktrinde kısmi akıl hastası hakkında örneğin; öldürme suçunda, fiilin
eşe veya kardeşe karşı işlenmesi gibi nitelikli haller uygulandığına göre kanunda bir ayrıma gidilmemiş olduğundan
tasarlamanın da söz konusu olabileceği sonucuna ulaşıldığı görülmektedir[84].
B- Haksız Tahrik
Haksız tahrik TCK m. 29’da düzenlenmiştir. Buna göre bir kimsenin haksız
bir fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında suç
işlemesi halinde cezasında indirime gidilmesi öngörülmüştür[85].
Ceza Genel Kurulu tahriki, ceza hukuku bakımından bir kimseyi suç
işlemeye yöneltme, teşvik etme ve bu kişinin iradesi üzerinde yapılan etki sonucu
bu kişin suç işleme doğrultusunda harekete geçirilmesi olarak tarif etmiştir[86].
Kişinin fiili işlediği esnada algılama ve irade yeteneğinin önemli
derecede azalmış olması halinde bu halde cezayı azaltıcı bir neden olan haksız tahrik hükümlerinin uygulanması söz konusu
olmayacaktır[87].
Eğer fail kısmi akıl hastalığından dolayı tahrik edildiği zannına
kapılarak suç işlerse buradaki heyecan durumu haksız tahrikten kaynaklı olmayıp
failin kısmi akıl hastalığından ileri geldiğinden akıl hastalığı ile haksız tahrikin
bir arada bulunmasından değil; sadece kısmi akıl hastalığından bahsedilecektir[88].
Kısmi akıl hastası olan kimse haksız tahrikin etkisi ile suç işleyecek
olursa cezasının tahrik nedeniyle indirimi yoluna gidilecektir[89].
Ancak kısmı akıl hastalarına tahrik hükmü uygulanırken, sanıktaki akıl
hastalığının türüne de bakmak gerekir. Örneğin; paranoya olan bir kimsenin
gerçekte olmadığı halde tahrik unsuru varmış gibi hareket ederek suç işlemesi
halinde tahrik hükümlerinden faydalandırılması söz konusu olmayacaktır[90].
Kısmi akıl hastalığı ile haksız tahrikin aynı anda bulunması halinde,
hakim önce tahrik ardından akıl hastalığı indirimini uygulayacaktır[91].
Belirtelim ki tahrik kişinin kusurluluğuna etki eden bir haldir.
Kanaatimizce aynı olayda failin kusurluluğunu hem hiddet veya şiddetli elem hem
de kısmı akıl hastalığı etkileyebilir. Dolayısıyla kusurluluğu etkileyen bu iki
halin aynı olayda bir arada bulunması mümkündür.
Yine akıl hastası olan bir kimsenin fiili haksız tahrik oluşturabilecek
mahiyette olsa da fail lehine tahrik
hükümleri uygulanamaz[92].
C- Canavarca His
5237 Sayılı TCK m. 82/1-b bendinde kasten öldürme suçunun canavarca hisle
veya eziyet çektirerek işlenmesi suçun bir nitelikli hali olarak düzenlenmiştir. Madde
gerekçesinde kişinin acıma hissi olmaksızın bir başkasını öldürmesi halinde
canavarca hisle öldürmenin söz konusu olacağı, canavarca hisle öldürmenin arz
ettiği özelliğin öldürmenin vahşi bir yöntemle gerçekleştirilmesi olduğu ifade
edilmiştir[93].
Yargıtay, canavarca his sevki ile adam öldürmeyi sırf öldürmüş olmak için
öldürmek, ölenin acı çekmesinden zevk duymak için öldürmek gibi sadist bir
duygu ve düşüncenin eyleme egemen olması olarak yorumlamaktadır[94].
Mehaz Kanun’da “münhasıran” ibaresine yer verildiğinden kişi suça
sevk edenin yalnızca canavarca his olması ayrıca akıl hastalığının da
bulunmaması gerekir. Eğer iki sebebin etkisi ile fail suç işlemişse bu durumda
canavarca hisle işlenen bir fiil değil faildeki kısmi akıl hastalığından
kaynaklı bir suç söz konusu olacaktır[95].
Erem/Danışman/Artuk, her ne kadar kanunda “münhasıran” ibaresine yer verilmemiş ise de akıl hastalıklarının
birçoğunun zaten canavarca olarak ifade edilen hissi tabii olarak doğurduğundan
her ikisinin birleşerek aynı olaya arttırım ve indirim nedeni olarak uygulanamayacağını
savunmaktadırlar[96].
VII- 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda Akıl Hastalığı
5271 sayılı CMK’da işlediği fiilden sonra ceza
ehliyetini tamamen veya önemli derecede azaltan bir akıl hastalığına yakalanan
kişinin, ceza yargılamasına tabi olup olmadığına dair açık bir hüküm sevk
edilmemiştir.
Doktrinde CMK m. 74/5’teki “bu madde hükmü, 223.
maddenin sekizinci fıkrası gereğince yargılamanın durması kararı verilmesi
gereken hallerde de uygulanır”.hükmünden hareketle fiilden sonra kişinin
akıl hastalığına yakalanması durumunda da şüpheli veya sanığın gözlem altına
alınabileceği savunulmaktadır[97].
Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 2-b maddesinde “sanık; kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine
kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder” denilmiştir. Öyle ki
suçu işlediği sırada akıl hastası olan fail hakkında güvenlik tedbirine
hükmedilebilmesi ve kısmi akıl hastalığında failin cezalandırılabilmesi mümkün
olduğundan, akıl hastası hakkında ceza davası açılması, kovuşturma yapılması ve
bu bağlamda failin sanık sıfatını alması pek tabi mümkündür.
Ceza Muhakemesi Kanununun birçok maddesinde akıl hastalarına ilişkin
düzenlemelere yer verilmiştir.
CMK m.
45/2’de “Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:
(…)
Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl
zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini anlayabilecek durumda
olmayanlar, kanunî temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilirler.
Kanunî temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin çekinmeleri konusunda
karar veremez. “ denilmiştir.
CMK m.
74/1 “ Fiili işlediği yolunda kuvvetli
şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl
hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları
üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet
savcısının ve müdafiin dinlenmesinden sonra resmî bir sağlık kurumunda gözlem
altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi, kovuşturma evresinde
mahkeme tarafından karar verilebilir.”
CMK m.
90/3’te “Soruşturma
ve kovuşturması şikâyete bağlı olmakla birlikte, çocuklara, beden veya akıl
hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri nedeniyle kendilerini idareden aciz
bulunanlara karşı işlenen suçüstü hallerinde kişinin yakalanması şikâyete bağlı
değildir.” hükmüne yer verilmiştir.
Maddede
belirtildiği üzere gözlem altına alma kararı verilebilmesi için aynen
tutuklulukta olduğu gibi fiilin o kişi tarafından işlendiği konusunda kuvvetli
şüphenin bulunması gerekir. Gözlem altına alınma: şüphelinin akıl hastası olup
olmadığı, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun kişinin
davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine
Cumhuriyet savcısının ve müdafiinin dinlenmesinden sonra resmi bir sağlık
kurumunda denetim altına alınmasını ifade eder[98]. Kovuşturma evresinde mahkeme tarafından
Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafii dinlendikten sonra mahkemece bu konuda
karar verilir[99]. Gözlem süresi üç haftayı
geçemez. Bu sürenin yetmeyeceği anlaşılırsa resmi sağlık kurumunun istemi
üzerine her seferinde üç haftayı geçmemek üzere ek süreler verilebilir. Ancak
bu sürelerin toplamı bu kez üç ayı geçemez. Hakim gözlem altına alma kararı ile
birlikte muhakemenin durmasına da karar verebilir (CMK m. 74/5)[100].
CMK m. 76’da “Tanıklıktan çekinme
sebepleri ile muayeneden veya vücuttan örnek alınmasından kaçınılabilir. Çocuk
ve akıl hastasının çekinmesi konusunda kanunî temsilcisi karar verir. Çocuk
veya akıl hastasının, tanıklığın hukukî anlam ve sonuçlarını algılayabilecek
durumda olması hâlinde, görüşü de alınır. Kanunî temsilci de şüpheli veya sanık
ise bu konuda hâkim tarafından karar verilir. Ancak, bu hâlde elde edilen
deliller davanın ileri aşamalarında şüpheli veya sanık olmayan kanunî
temsilcinin izni olmadıkça kullanılamaz.” denilmektedir.
A- Soruşturma
Aşamasında Failin Akıl Hastalığına Yakalanması
Hukukumuzda failin akıl hastalığına yakalanması muhakeme sürecinin
geldiği aşamaya bağlı olmak üzere farklı sonuçlar doğurmaktadır.
Buna göre soruşturma aşamasında failin akıl hastalığı bulunduğunun anlaşılması
halinde Cumhuriyet savcılığınca fail hakkında CMK. m. 171 uyarınca kovuşturmaya
yer olmadığına karar verilebilecek yine şüpheli hakkında koruma ve tedavi
kararı verilmesi için Sulh Ceza Hâkimliği’ne de başvurabilecektir.
Ancak belirtelim ki failin akıl hastası olup olmadığı ve bu hastalığının
onun hareket ve irade serbestîsini ortadan kaldırıp kaldırmadığının tespiti bir
yargılamayı gerektirdiğinden Cumhuriyet savcısı tarafından delillerin
toplanarak dava açılması ve mahkemece yapılacak yargılama sonucu sanığın
durumunun tespiti daha yerinde olacaktır[101].
B- Kovuşturma
Aşamasında Failin Akıl Hastalığına Yakalanması
5271 sayılı CMK m. 223/3-a’da yüklenen suçla bağlantılı olarak yaş
küçüklüğü, akıl hastalığı veya sağır ve dilsizlik hali ya da geçici nedenlerin
bulunması hallerinde failin kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine
yer olmadığı kararı verileceği belirtilmiştir. Buradaki olumsuz muhakeme şartı,
sadece hüküm çeşidini etkileyen ve ceza verilmesini engelleyen bir şarttır[102].
Belirtelim ki, fiil esnasında veya fiilden sonra kısmi akıl hastası olanlar
yargılanabilir. Bunlar aççısından bir muhakeme engeli söz konusu değildir.
Eğer sanığın iyileşme durumu varsa CMK m. 223
uyarınca mahkeme akıl hastasının iyileşmesine kadar davanın durmasına karar
verir (CMK m. 74/5). Ancak burada sanığa ceza verilemiyor olması sanık hakkında
güvenlik tedbirine hükmolunmasına engel değildir. Keza mahkeme sanığın suçunun
sabit olmaması halinde beraat kararı verebilecektir. Bu ihtimalde ortada
işlenmiş bir suç olmadığından güvenlik tedbirine de hükmolunmayacaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun (YCGK.) 15.04.2008, 2008/1-22;2008/80
sayılı kararında “sanığın akıl hastası olduğunun kesin olarak saptandığı
hallerde suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik olarak dosyanın
tekemmül ettirilmesi gerektiği yönünde karar vermiştir[103].
Keza suç tarihinde akıl hastası olmayıp, yargılama aşamasında akıl
hastalığına tutulduğundan kuşkulanılan[104]
sanık hakkında mahkemece sanığın savunma yeteneğini kısıtlayabilecek mahiyette
bir akıl hastalığının olup olmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu’ndan rapor
alınarak eğer savunma hakkını kullanmasına mani olabilecek ölçüde bir akıl
hastalığına müptela olması durumunda mahkemece iyileşmesine kadar durma kararı
verilecektir[105]. Akıl hastasının
iyileşmeyeceğinin anlaşılması halinde davanın düşmesi kararı verilir (CMK m.
223/8)[106].
Fiili işlediği sırada akıl hastası olmayan kişinin yargılama aşamasında
akıl hastası olması halinde durma kararı verilmesi savunma hakkının fail
tarafından gereği gibi kullanılabilmesini temin etmeyi amaçlar[107].
Örneğin, öldürme suçuna ilişkin olarak sanığın meşru müdafaa durumunda olduğu
veya fiili tahrik altında işlediği yönünde savunma ve deliller sunması ve
böylece cezadan kurtulması veya cezasında indirime gidilmesini temin etmesi
pekâlâ muhtemeldir[108].
Keza akıl hastası hakkında güvenlik tedbirine ancak suçu sabit olduğunda karar
verileceğinden, sanık hakkında emniyet tedbirine hükmedebilmek için suçun sanık
tarafından işlenip işlenmediğinin saptanması, bu bağlamda sanığın beyanlarının
değerlendirilmesi gerekir[109]. Bu nedenle söz konusu hüküm yerinde bir
düzenlemedir[110].
Yine CMK m. 150/2’de “Müdafii
bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul
veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.”
denilerek akıl hastaları için de zorunlu müdafilik sistemi öngörülmüştür.
Savunma hakkı bağlamında irdelenmesi gereken bir diğer konu da şudur ki;
acaba sanık hakkında mahkemece mahkumiyet kararı verildikten sonra bu hükmü temyiz
etmek ister ancak akıl hastalığına yakalanması sonucunda bu süreyi geçirmesi
halinde durum ne olacaktır?
Bu ihtimalde CMK m. 40’da düzenlenen eski hale getirme kurumu
işletilebilecektir[111].
CMK. m. 40’da “Kusuru olmaksızın bir
süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme talebinde bulunabilir” denilmektedir.
Kişideki akıl hastalığı da kendi kusurundan kaynaklanmayan bir hal olduğundan
kişi eski hale getirme kurumundan faydalandırılabilecektir[112].
Ancak bu hastalığın temyiz süresinin geçirilmesine yol açtığı konusunda
inandırıcı delillerin sunulması ve mahkemece bu delillerle yetinilmeyerek bir
araştırma yapılarak varılacak kanaate göre karar verilmesi gerekir.
Kişinin temyiz dilekçesi vermesinden sonra akıl hastalığına yakalanması
halinde eğer Yargıtay’ca hükmün bozulması ihtimalinde ilk derece mahkemesinin
yeniden duruşma açması için kişinin iyileşmesini beklemesi gerekecektir. Hükmün
Yargıtay’ın onaması halinde akıl hastalığı bir durdurucu etki yaratmayacaktır[113].
C- Hükmün İnfazı
Aşamasında Failin Akıl Hastalığına Yakalanması
Bu husus 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun (CGTİK) m. 16’da düzenlenmiştir.
Buna
göre “(1) Akıl hastalığına tutulan
hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar
Türk Ceza Kanununun 57. maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi
altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.” denilmektedir.
(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına,
resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak
bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike
teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.
(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri
bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca
belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp
Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet
Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler
belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun
geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi
tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu,
geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi
üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca,
sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde üçer aylık
dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme
sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri
bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren
Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkûmun izlenmesine yönelik
tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca
yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi
hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca
kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.
(4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya
doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri
bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan
itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.
Ceza ve İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile İlgili Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük[114]
m.9’da “Hapsedilme ve diğer nedenlerden
kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve
sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek kurumlara
geri gönderilenlerin cezaları, kurumların belirlenen mahsus bölümlerinde infaz
edilir”denilerek akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan
hükümlülerin cezasının ne şekilde infaz edileceği belirtilmiştir.
VIII- Akıl Hastalarına
Özgü Güvenlik Tedbirleri
Güvenlik tedbirleri suç işleyen kişiye, suç işlemesi dolayısıyla, suçun
tekrarlanması ihtimali karşısında kişinin tehlikelilik durumu esas alınmak
suretiyle uygulanan, kendisini ve toplumu koruyucu nitelikte bir tür ceza
hukuku yaptırımıdır[115].
Güvenlik tedbirleri esasen kusurla değil; tehlike hali ile orantılı olan
cezalandırma veya kefaret niteliği taşımayan, geleceğe yönelik bir tür eğitim
ve tedavi programlarını ifade eder[116]. Bu
nedenle güvenlik tedbirine hükmedilirken fiilin ağırlığı nazara alınmayacaktır[117].
Akıl hastalarına uygulanacak güvenlik tedbirine TCK m. 57/1’de yer
verilmiştir. Maddede “fiili işlediği
sırada akıl hastası olan kişi hakkında, koruma ve tedavi amaçlı olarak güvenlik
tedbirine hükmedilir. Hakkında güvenlik tedbirine hükmedilen akıl hastaları,
yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.” denilmiştir.
Bu
hüküm uyarınca akıl hastası hakkında güvenlik tedbirinin uygulanması ancak
kişinin kanunda suç sayılan bir fiili işlemiş olması halinde mümkün
olabilecektir. Öyle ki suç işlemek suretiyle tehlikelilik halini ortaya koyan
failden toplumun korunması ve onun yeniden topluma kazandırılması güvenlik
tedbirine hükmedilmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir. Buradaki tehlikelilik
hali failin yeni bir suç işleme olasılığı olarak da ifade edilmektedir[118].
Cezai sorumluluğu olmayan fail hakkında güvenlik tedbirine hükmedilirken,
hükmün verildiği andaki tehlikelilik hali esas alınacaktır[119].
Failin suç işleyeceği yönündeki beklenti salt olarak güvenlik tedbirinin
uygulanması açısından yeterli değildir. Yani failin suç işleyeceği yönündeki
beklentinin belirli bir ihtimal derecesine ulaşmış olması şarttır[120]. Faildeki tehlikelilik halinin tespitinde;
failin genel durumu, geçmiş yaşamı ve fail hakkında tedbir uygulanmasına neden
olan fiil ile işlenmesinden korkulan fiil arasındaki bağlantının araştırılması
gerekir[121]. Belirtelim ki kişideki
bu tehlikelilik hali farklı şekillerde tezahür edebilir. Suç işlemek ancak
bunlardan birini oluşturur. Güvenlik tedbiri uygulanabilmesi açısından kişideki
tehlikelilik halinin ortaya çıkması yeterli olmayıp ayrıca bir suç işlemesi
gerekir. Dolayısıyla güvenlik tedbirine ancak suç sonrası -post delictum- hükmedilebilir.
TCK m. 57/2’de “hakkında güvenlik
tedbirine hükmedilmiş olan akıl hastası yerleştirildiği kurumun sağlık
kurulunca düzenlenen raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan
kalktığının veya önemli ölçüde azaldığının belirtilmesi üzerine mahkeme veya hâkim
kararıyla serbest bırakılabilir.” denilmektedir.
Eski düzenlemede kişi en az bir yıl
veya şifa buluncaya kadar devam edecek tedbirlere yer verilmişken; yeni
düzenlemede 32/1 deki hal açısından “tehlikeliliğin kalkması ve azalması” ölçütleri getirilmiştir[122].
Ancak TCK m. 32/2 anlamındaki bir akıl hastası hakkında hükmedilen güvenlik
tedbirinin süresi alınan ceza aynı süreli olacaktır (TCK m. 57/6).
Maddede yer verilen tehlikelilik halinin tespiti önem arz etmektedir.
Zira tehlikeliliğine karar verilen kişi hakkında süresiz olarak güvenlik
tedbirine hükmolunmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyetini sınırlayıcı bir sonuç
doğuran tehlikelilik halinin kanunla açıkça belirlenmesi kişi hürriyeti ve
güvenliği açısından daha yerinde olacaktır[123].
TCK. 57/3’de Sağlık kurulu raporunda, akıl
hastalığının ve işlenen fiilin niteliğine göre, güvenlik bakımından kişinin
tıbbi kontrol ve takibinin gerekip gerekmediği, gerekiyorsa bunun süre ve
aralıklarının belirtileceği vurgulanmıştır.
57/6 İşlediği fiil ile ilgili
olarak hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi
hakkında birinci ve ikinci fıkra hükümlerine göre yerleştirildiği yüksek
güvenlikli sağlık kuruluşunda düzenlenen kurul raporu üzerine, mahkûm olduğu hapis cezası süresi aynı kalmak
koşuluyla kısmen veya tamamen, mahkeme kararıyla akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da
uygulanabilir. denilmektedir[124].
Söz konusu hüküm uyarınca işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını
yönlendirme yeteneği azalmış olan kişi hakkında yerleştirildiği sağlık
kuruluşunca düzenlenen kurul raporu üzerine mahkûm olduğu hapis cezasının
süresi aynı kalmak koşuluyla, mahkeme kararıyla kısmen veya tamamen akıl
hastalarına özgü güvenlik tedbirine tahvil edilmesini talep edecektir.
Belirtelim ki bu hüküm kesin hükmün etkisini zayıflatmaktadır. Öyle ki modern
toplumda devletin en önde gelen ödevlerinden biri de kişilerin barış içerisinde
yaşamalarını temin ve toplum düzenini bozan eylemleri kendine konu edinen ceza
muhakemesi yoluyla bir sonuca bağlanmalı ve bu yolla toplumsal barış temin
edilmelidir[125]. Ancak güvenlik
tedbirleri açısından durum farklıdır. Güvenlik tedbirlerinde esas olan kişideki
tehlikelilik hali olduğundan kişideki bu tehlikelilik halinde meydana gelen
değişikliklerin izlenmesi gerekir[126].
Akıl hastası olduğu tıbben saptanan sanık hakkında güvenlik tedbirine
hükmedilince hakkında tutuklama kararı varsa
bu kararın kaldırılması gerekir. Çünkü ceza verilmesine yer olmadığına
karar verilmesi ile tutuklama kararı bağdaşmaz[127].
Sanığa yüklenen suçun şikayete tabi suçlardan olması ve şikayetçinin
vazgeçmesi halinde davanın düşürülmesine karar verilmelidir. Bu ihtimalde akıl
hastası olan sanık hakkında güvenlik tedbiri uygulanmaz[128].
Kişinin fiili işlediği sırada aynı
zamanda hem çocuk hem de akıl hastası olması halinde kusur yeteneği
olmadığından hakkında cezaya hükmolunmayacaktır. Güvenlik tedbirleri açısından
ise, uygulanacak güvenlik tedbirlerinin akıl hastalarına ilişkin güvenlik
tedbirleri mi yoksa çocuklara ilişkin güvenlik tedbirlerinin mi tatbik
edileceği meselesine 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK.) ile açıklık
getirilmiştir. Öyle ki ÇKK. m. 12’de
“ Suça sürüklenen çocuğun aynı
zamanda akıl hastası olması halinde 26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununun 31. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamına giren çocuklar
hakkında, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanır” denilmiştir.
SONUÇ
Akıl hastalığı öteden beri istisnaları olmakla beraber cezai sorumluluğu
ortadan kaldıran veya azaltan bir hal olarak hemen hemen tüm hukuk
sistemlerinde kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK’da akıl hastalığı
kusurluluğu etkileyen bir hal olarak düzenlenmiştir. Buna göre failin işlediği
fiille ilgili hareketlerinin yönlendirme yeteneğinin önemli ölçüde azalmış
olması bir cezasızlık sebebi olarak kabul edilmiştir. Yine bu derecede
olmamakla birlikte davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kimsenin
cezasından indirim yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Akıl
hastalığının tarifine kanunda yer verilmemiş olması ve bu konuda bir terim
birliğinin sağlanamamış olması ve tıbbın akıl hastalığına yaklaşımı ile ceza
hukukunun yaklaşım tarzı ve farklılıklar olması ceza hukukundaki belirlilik
ilkesi açısından bir kısım sorunları da beraberinde getirmektedir.
TCK m. 57/2’de belirtilen usulün teknik altyapı yetersizliği ve ekonomik
nedenlerle gereği gibi işlememesi halinde suçla mücadelede önemli sıkıntılar
doğabilecektir. Öyle ki akıl hastası suçluların yerleştirildiği sağlık
kuruluşlarının yetersizliği ve yer sorunu nedeniyle vaktinden önce serbest
bırakmalar nedeniyle halen tehlikelilik hali devam eden akıl hastalarının
topluma yeniden karışmaları önemli sorunlar yaratabilecektir.
Kişide akıl hastalığının cezai sorumluluğunu kaldırabilmesi için suçun
işlendiği anda akıl hastalığının mevcut olması gerekir. Bu nedenle mütemadi
suçlarda temadinin sona erdiği anda kişin akıl hastası olması gerekir.
Kişinin soruşturma aşamasında akıl hastalığına yakalanması halinde bu
durum kamu davasının açılmasına engel teşkil eder. Eğer dava açılmış ise kovuşturmanın
devamını engel olur. Mahkemece bu durumda akıl hastasının iyileşmesine kadar
durma kararı verir.
Kuşkusuz ceza hukukunun en önemli prensiplerinden biri de kusur
ilkesidir. Akıl hastalarının cezalandırılması insanlığın çok eski dönemlerinde
rastlanan bir durum olup, modern ceza hukukunda işlediği fiilin anlam ve
sonuçlarının algılayamayan bir kimsenin cezalandırılması mümkün değildir. Ne
var ki uygulamada failin akıl hastası olup olmadığı tıbben açıklığa
kavuşturulmaksızın kişilerin cezalandırılması yoluna gidildiği maalesef
görülmektedir. Bu açıdan akıl hastalığını düzenleyen ceza normlarının açık ve
anlaşılır olması ve tıbbın verileri ile bağdaşması kişi özgürlüğü ve hukuki
güvenlik ilkesi açısından büyük önem arzetmektedir.
KAYNAKÇA
Akgün, Nejat, Adli Psikiyatri, Ankara 1987.
Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları,
Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967.
Altıparmak, Cüneyd, Soruşturma Evresi,
Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009.
Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 4. Bası, Ankara 2009.
Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 3. Bası, Ankara 2006.
Artuk, Mehmet, Emin, Güvenlik Tedbirlerinin
Genel Esasları, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku
Cilt III, Yeditepe Üniversitesi Yay., İstanbul 2010.
Artuk, Mehmet Emin, Yeni Türk Ceza Kanunun
Genel Hükümlerine İlişkin Düşünceler, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu, 5
Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7.
Aydın, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi, Hars Yay.,
5. Bası, İstanbul 2005.
Centel, Nur, Yeni Türk Ceza
Kanununda Cezalar ve Güvenlik Tedbirleri Sistemi, Yeni Türk Ceza Kanunu
Sempozyumu, 5 Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7.
Centel/Zafer, Türk Ceza Hukukuna
Giriş, Beta Yay., 3. Bası,İstanbul 2005.
Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası Beta Yay., İstanbul, 2010.
Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku
Pratik Çalışma Kitabı, Beta Yay., 2. Bası, İstanbul 2008.
Cin/Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi,
Sayram Yay., Konya 2003.
Çolak/Altun, Ceza Ve Güvenlik
Tedbirleri, Bilge Yay., 1. Bası,
Ankara 2007.
Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 5. Bası, Ankara 2007.
Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 6. Bası, Ankara 2009.
Dinçmen, Kriton, Tahrik Kavramının Adli Psikiyatri Yönünden
İrdelenmesi, Adli Tıp Dergisi, Cilt:
1 Sayı: 1, Adli Tıp Kurumu, İstanbul 1985.
Dinçmen, Kriton; Deskriptiv ve Dinamik, Psikiyatri,
Ar Yayın Dağıtım, İstanbul 1981,
Donay, Süheyl, Türk Ceza Kanunu Şerhi,
Beta Yay., İstanbul 2007.
Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki
Ceza Hukuku Genel Kısım Cilt: II, Beta Yay. 11. Bası, İstanbul 1997.
Dönmezer, Sulhi, Cezai Mesuliyetin
Esası, İsmail Akgün
Matbaası, İstanbul 1949.
Erem/Danışman/Artuk, Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., Ankara 1997.
Gelişim Hachette Alfabetik
Genel Kültür Ansiklopedisi, İnterpress Yay., İstanbul 1993.
Günay, Erhan, Haksız Tahrik,
Seçkin Yay., 1. Bası, Ankara 2009.
Hafızoğulları, Zeki, 5237 sayılı Türk Ceza
Kanununda İsnat Yeteneğini Azaltan veya Kaldıran Nedenler, http://www.abchukuk.com/makale/makale310.html.
(Erişim Tarihi: 15.09.2010).
Hakeri, Hakan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay.,
7. Bası, Ankara 2008.
İçel/Akıncı/Özgenç/Sözüer/Mahmutoğlu/
Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap,
İstanbul 2000.
İlkay, Samuk, Tosun,
Savrun, Cerrahpaşa Piskiyatri,
İstanbul 2002.
Koca/Üzülmez, Türk
Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009.
Koparan, Reşat, TCK Genel Hükümler Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Sebepler,
TBB Dergisi, Yıl 19, Sayı: 64, Mayıs Haziran 2006.
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu,
Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Kitap,
Beta Yay., 17. Bası, İstanbul 2010.
Malkoç, İsmail, Yeni Türk Ceza Kanunu I. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara
2008.
Nuhoğlu, Ayşe, Ceza Hukukunda Emniyet Tedbirleri,
Adil Yay., Ankara 1997.
Özcan, Onur, Fransız Ceza Hukukunda
Akıl Bozukluğunun Ceza Sorumluluğuna Etkisi, Yeditepe Üniversitesi Hukuku
Dergisi Cilt: 5, Sayı:2, İstanbul 2008.
Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., 3. Bası, Ankara 2008.
Özkan/Hakeri,Ceza Hukuku ve Ruhsal Bozukluklar, www.akader.info/KHUKA/2_98_
ekim/cezahukuku_ve ruhsal.htm.(15.09.2010).
Özkepir, R., Erdoğan, A.S, Kasten Adam Öldürme
Suçları (Açıklamalı-
İçtihatlı) Seçkin Yay, Ankara.
Öztürel, Adnan, Adli Tıp, Gim Güzel İstanbul Matbaası, Ankara 1971.
Öztürk,
M. Orhan, Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği 7.
Basım, Ankara 1997.
Parlar/Hatipoğlu,
Türk
Ceza Kanunu Yorumu, Yayın Mat.,
Ankara 2007.
Parlar/Hatipoğlu, Ceza
Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara
2010.
Sarı, Akgün, Türk
Tarihinde Psikiyatriye Bakış, Editörler; Uğur, Balcıoğlu, Kocabaşoğlu, Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik
Hastalıklar, İÜ.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi,
No: 62 Cemre Ofset 1. Bası, İstanbul 2008.
Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yay,
Ankara 2005.
Soyaslan, Doğan, Kriminoloji (Suç ve Ceza Bilimleri),
Yetkin Yay., 3. Baskı, Ankara, 2003,
Şensoy, Naci, Ceza Hukuku Bakımından Akıl Hastalığı (Türk Ceza Kanunun 46 ve 47.
Maddelerinin Analizi), İÜHFM.,C.,XII, İstanbul 1946.
Taner, Tahir, Ceza Hukuku Umumi
Kısım, İsmail Akgün Mat., 3. Basım, İstanbul 1953.
Tezcan/Erdem/Sancakdar, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara
2004.
Tosun, Öztekin, Suç Muhakemesi Hukuku, Sulhi Garan Mat., 2. Bası, İstanbul 1976.
Üdeh, Abdülkadir, İslam Ceza Hukuku ve
Beşeri Hukuk, Çev. Akif Nuri
Karcıoğlu, Ankara 1969.
Yalvaç, Gürsel, İçtihatlı
Türk Ceza Kanunu Adalet Yay., Ankara 2008.
Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu, I. Cilt, Adalet Yay., Ankara 2010.
Yeni Sağlık
Ansiklopedisi, Arkın Yay., İstanbul 1975.
Yenisey/Plagemann, Strafgesetzbuchs (Alman Ceza
Kanunu), Beta Yay., 1. Bası, İstanbul 2009.
Yerli,
F. Kemal, Öğretide ve Uygulamada Akıl Hastalıklarından
Epilepsinin Ceza Hukuku Açısından Etkisi ve Sonuçları,http://www.yeniforumuz.biz/showthread.php?401462-%C3%B6%C4%9Fretide-ve-uygulamada-akil hastalıklarından-epilepsi.(26.10.2010).
Yurtcan, Erdener,
Kesin Hükmün Ceza
Muhakemesini Önleme Etkisi, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1972.
Yurtcan, Erdener, Türk Ceza Kanunu Genel
Hükümler, İstanbul
Barosu Yay., İstanbul 2010.
Yücel, Mustafa T., Türk
Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, 4. Bası, TBB Yay., Ankara 2007.
http://www.abchukuk.com/makale/makale310.html.
(15.09.2010).
* İstanbul Aydın
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Öğretim Üyesi.
[1] Dönmezer/Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza
Hukuku Genel Kısım, Beta Yay. 11. Bası, İstanbul 1997, s. 169.
[2] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan
Kitabevi, 4. Bası, Ankara 2009, s. 493.
[3] Şensoy, Naci, Ceza Hukuku Bakımından
Akıl Hastalığı (Türk Ceza Kanunun 46
ve 47. Maddelerinin Analizi), İÜHFM.,C.,XII, İstanbul 1946, s. 469.
[4] Nuhoğlu, Ayşe, Ceza
Hukukunda Emniyet Tedbirleri, Adil Yay., Ankara 1997, s. 30.
[5] Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 494.
[6] Sarı, Akgün, Türk Tarihinde Psikiyatriye Bakış, Editörler; Uğur, Balcıoğlu, Kocabaşoğlu,
Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar, İÜ. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi, Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Sempozyum Dizisi, No: 62 Cemre
Ofset 1. Bası, İstanbul 2008, 6
[7] Üdeh, Abdülkadir, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, Çev. Akif Nuri
Karcıoğlu, Ankara 1969, s. 554.
[8] Aydın, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi, Hars Yay., 5. Bası, İstanbul 2005, s. 185.
[9] Cin/Akyılmaz, Türk Hukuk Tarihi, Sayram Yay., Konya 2003, s. 212.
[10] Taner, Tahir, Ceza Hukuku Umumi Kısım,
İsmail Akgün Mat., 3. Basım, İstanbul 1953, s. 362.
[11] Artuk, Mehmet Emin, Güvenlik Tedbirlerinin Genel Esasları,
Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku Cilt III, Yeditepe Üniversitesi Yay.,
İstanbul 2010, s. 275.
[12] Yenisey/Plagemann,
Strafgesetzbuchs (Alman Ceza Kanunu) Beta Yay., 1. Bası, İstanbul 2009, s.
18-19.
[13] Yenisey/Plagemann,
s. 19.
[14]Özcan, Onur, Fransız Ceza Hukukunda Akıl Bozukluğunun Ceza
Sorumluluğuna Etkisi, Yeditepe Üniversitesi Hukuku Dergisi Cilt: 5, Sayı: 2,
İstanbul 2008, s. 211.
[15] Yücel,
Mustafa T., Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, 4. Bası, TBB Yay., Ankara
2007, s. 320.
[16] Artuk/Gökcen/Yenidünya, s. 482.
[17] Koparan, Reşat, TCK Genel Hükümler Ceza
Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Sebepler, TBB Dergisi, Yıl 19, Sayı: 64,
Mayıs -Haziran 2006, s. 338.
[18] Dünya Sağlık Örgütü (WHO)
akıl hastalığını, kişinin psikolojik fonksiyonlarının önemli ölçüde bozulması
ve bozulmanın sonucu olarak kişinin idrak yeteneği ile diğer yeteneklerinin,
özellikle yaşam şartlarına uymada ve gerçeklerle bağlantı kurmada önemli ölçüde
bozulmalar olarak tanımlamaktadır.
[19] Akıl hastalığının
belirlenmesine yönelik kanuni sistemler üçe ayrılmaktadır. 1-Biyolojik
sistemde; kanun koyucu akıl hastalığı türlerini madde metninde tek tek
tıbbi kavramlar halinde saymak suretiyle düzenleme yoluna gitmektedir. Bu
sistemde akıl hastalıklarının fail üzerindeki etkisi önem taşımaz. Bu sistem
akıl hastalıklarının tamamının kanunda sayılmasının olanaksız olması ve teknik
tıbbi kavramların farklı anlamlara gelebileceği gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Bu sistemi kabul eden kanunlara örnek olarak 1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu
(m.64) gösterilmektedir.2- Psikolojik sistemde; ceza sorumsuzluğunu gerektiren akıl
hastalıkları konusunda kriter olarak failin fiili işlediği sırada irade ve
hareket serbestisinin mevcut olup olmadığı esas alınmaktadır. Bu sisteme sadece
somut olayda failin irade ve hareket serbestisinin olup olmadığı esasından
hareket eder. Dolayısıyla hangi tür akıl hastalıklarının şuur ve irade
serbestisini ortadan kaldıracağı kanunda yer almaz. Bu sistem akıl hastalığının
kapsamını çok genişleterek iradeyi etkileyen tüm halleri kapsamına alması
dolayısıyla eleştirilmiştir. Bu sisteme
örnek olarak 1853 tarihli İsviçre Federal Kanunu (m. 27) gösterilmektedir. 3- Karma
sistemde; failde hem
patolojik hem de biyolojik bir durumun varlığı aranmakta hem de bu halin
kişinin irade serbestisini etkileyip etkilemediği araştırılmaktadır. Yani suçu işlediği anda akıl hastası olması
sebebiyle irade ve hareket serbestîsine sahip olmayan kimsenin cezai
sorumluluğunun olmayacağı kabul edilmektedir. 765 ve 5237 sayılı Ceza
Kanunlarımızda bu sistem kabul edilmiştir. Bu sistemler hakkında Bkz. Şensoy, Naci, Ceza Hukuku Bakımından
Akıl Hastalığı, s. 465-469, Erem/Danışman/Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler Seçkin Yay.,
Ankara 1997, s. 516-517, Artuk/Gökcen/Yenidünya,
s. 495-496.
[20] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yay., 5. Bası,
Ankara 2007. s. 318.
[21] Antolisei, s. 441, aktaran, Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları,
Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967, s. 121.
[22] Parlar/Hatipoğlu, Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan
Nedenler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2010, s. 290.
[23] Antolisei, a.g.e, 1980, aktaran, Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yetkin Yay., Ankara
2005, s. 403.
[24] Erem/Danışman/Artuk,
s. 522.
[25] Parlar/Hatipoğlu, Türk Ceza Kanunu
Yorumu, Yayın Mat., Ankara 2007, s. 366.
[26] “Epilepsi hastası olduğunu ve psikolojik rahatsızlığı bulunduğunu ileri
süren sanığın, suç tarihinde ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracak ya da
azaltacak bir durumun bulunup bulunmadığının araştırılarak sonuca göre karar
verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi…” (Yarg. 4. CD., 19.02.2007-
10741/1675) karar için bkz. Yalvaç,
Gürsel, İçtihatlı Türk Ceza Kanunu Adalet Yay., Ankara 2008, s. 283.
[27] TCK
m. 32’nin gerekçesi.
[28] Garçon Art. 64, No: 25, aktaran Dönmezer/Erman, s. 172, 95 no’lu
dipnot.
[29] 765 sayılı TCK m. Madde 46 - (Değişik madde: 18/05/1955 - 6569/1
md.)
Fiili işlediği zaman şuurunun veya harekatının
serbestisini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçar olan kimseye
ceza verilemez.
Ancak bu şahsın muhafaza ve tedavi altına alınmasına
hazırlık tahkikatında Sulh Hakimi, ilk tahkikatta Sorgu Hakimi ve son
tahkikatta vazifeli mahkeme tarafından karar verilir.
Muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddeti şifaya
kadar devam eder. Yalnız maznuna isnad olunan suç, ağır hapis cezasını
müstelzim ise bu müddet bir seneden az olamaz.
Muhafaza ve tedavi altına alınan şahıs; muhafaza ve
tedavinin icra kılındığı müessesesinin sıhhi heyetince, şifası tebeyyün
ettiğine dair verilecek rapor üzerine aynı kazai mercice serbest bırakılır.
Bu husustaki rapor ve kararda, hastalığın ve isnad
olunan suçun mahiyeti göz önünde tutularak, içtimai emniyet bakımından şahsın
tıbbi kontrole ve muayeneye tabi tutulup tutulmayacağı, tutulacaksa müddet ve
fasılası da gösterilir.
Tıbbi kontrol ve muayene; Cumhuriyet
Müddeiumumilerince, kararda gösterilen müddet ve fasılalarda bu şahısların
bulundukları mahalde yoksa en yakın salahiyetli mütehassısı olan hastane sıhhi
heyetlerine sevk edilmeleri suretiyle temin olunur.
Bu tıbbi kontrol ve muayenede nüks arazı
gösterenler hakim veya mahkeme kararıyla yine muhafaza ve tedavi altına alınıp
aynı muamelelere tabi tutulur.
Madde 47 - (Değişik madde: 09/07/1953 -
6123/1 md.)
Fiili işlediği zaman şuurunun veya harekatının
serbestisini ehemmiyetli derecede azaltacak surette akli maluliyete müptela
olan kimseye verilecek ceza aşağıda yazılı şekilde indirilir:
1. Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis
cezası yerine 15 seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis;
2. Müebbet ağır hapis yerine 10 seneden
15 seneye kadar ağır hapis;
3. Amme hizmetlerinden müebbet memnuiyet
yerine muvakkatı memnuiyet; cezaları hükmolunur.
Diğer cezalar üçte birden yarıya kadar
indirilir.
[30] Özgenç, İzzet, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., 3. Bası, Ankara 2008, s. 366.
[31] Aksi görüşler için bkz. Centel, Nur, Ceza Hukukuna Giriş, Beta
Yay., 3. Bası, İstanbul 2005, s. 381, Donay,
Süheyl, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Beta Yay., İstanbul 2007, s. 52, Demirbaş, Timur, s. 320- 321.
[32] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, 4.
Bası, Ankara 2009, s. 501.
[33] Erem/Danışman/Artuk, Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., Ankara 1997, s. 517.
[34] Kunter, Nurullah,
Akıl Hastalarına Karşı Cemiyetin Müdafası, Raporlar, İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, İstanbul 1958, s.
356 aktaran Nuhoğlu, Ayşe, s.
182.
[35] Dönmezer, Sulhi, Cezai Mesuliyetin
Esası, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul 1949, s. 93.
[36] Kanun koyucu her ikisi de
kusurluluğu etkileyen haller olmasına karşın, akıl hastalığında fiili işlendiği
an ibaresine yer vermezken, sağır ve dilsizlik durumunu düzenlerken açıkça “fiili
işlediği an” ibaresine yer vermiştir. bkz. (m. 33/1).
[37] “Sanığın ailesinin 14.11.2001 havale tarihli dilekçesinde oğlunun sara
hastası olduğunu ve akli melekelerinden yoksun olduğunu belirtmesi karşısında
suç tarihinde ceza ehliyetini tamamen veya kısmen ortadan kaldıracak surette
akıl hastası olup olmadığı usulen tesbit edilip sonucuna göre hüküm tesisi
gerektiğinin gözetilmemesi…” Yarg. 11 CD., 09.12.2003 Tarih ve 11605-8994 Sayılı kararı, Karar için
Bkz. Parlar/Hatipoğlu, s. 378.
[38]Özkan/Hakeri, Ceza Hukuku ve Ruhsal Bozukluklar www.akader.info/KHUKA/2_98_ekim/ceza_hukuku_ve
ruhsal.htm, s. 8 (15.09.2010).
[39] Özkan/Hakeri, s. 2.
[40] Erem/Danışman/Artuk, s. 518.
[41] Erem/Danışman/Artuk, s. 518.
[42] Yarg. 9. CD.’nin
30.12.2008 tarih ve 2008/6230 E. 2009/1 K., sayılı kararında özetle “…sanığın akıl hastası olup olmadığı Adli
Tıp Kurumu veya tam teşekküllü resmi sağlık kurumlarından aldırılacak sağlık
kurulu raporları ile saptanabilir”. Denilmektedir. Karar İçin Bkz.
www.akip. net (Erişim Tarihi: 14.09.2010).
[43] Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları, Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara
1967, s. 122.
[44] Sar’a (epilepsi) ani bir
biçimde nöbetlerle gelen kasılmalarla devam eden, şuur kaybına yol açan bir
hastalıktır. Bu konu ilerleyen sayfalarda ayrıca ele alınacaktır. Bkz. s. 12.
[45] Hafızoğulları, Zeki, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda İsnat
Yeteneğini Azaltan veya Kaldıran Nedenler, http://www.abchukuk.com/makale/makale310.html.
(15.09.2010).
[46] Malkoç, İsmail, Yeni Türk Ceza Kanunu
I. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008, s. 258.
[47] Özkan/Hakeri, s. 4.
[48] İHAM’ın 18.06.1971
tarihli Belçika’ya karşı De Wilde, Ooms ve Versyp kararında “Sosyal
güvenlik amaçlı olan bu düzenleme, topluma uyum göstermeyen kişilerin bizzat
kendilerine karşı da korunması bu nedenle de özgürlüklerinin kısıtlanmasını
öngörmektedir. Divana göre Belçika Ceza Kanunu’nun 347. maddesi uyarınca sabit
bir ikametgahı, düzenli bir işi ve mesleği bulunmayan kişilerin herhangi bir
suç iddiasıyla olmaksızın yalnızca bu tanım anlamında serseri olduğu için bir
savcı tarafından serseri toplama kampına gönderme karar verilmesi bu maddeye
uygundur” denilmiştir. Bkz. Tezcan/Erdem/Sancakdar, Türkiye’nin İnsan
Hakları Sorunu, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2004, s. 285.
[49] Özcan, Onur, age. s. 214.
[50] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, s. 497.
[51] Koca/ Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009, s. 321.
[52] Alacakaptan, Uğur, Suçun Unsurları,
Genişletilmiş Yeni Bası, Ankara 1967, s. 122.
[53] Koca/ Üzülmez, s. 322.
[54] Hafızoğulları, Zeki, a.g.m. s. 5.
[55] Yeni
Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Yay., İstanbul 1975, s. 743.
[56] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, s. 498.
[57] İçel/Akıncı/Özgenç/Sözüer/Mahmutoğlu/ Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap,
İstanbul 2000, s. 217.
[58] Dönmezer/Erman, s. 172. Pradel konuya ilişkin olarak verdiği
örnekte; uyurgezer olduğunu bilen ve elinde silahla uyuyan bir kimse bir
cinayet işlediğinde tedbirsizlik ve dikkatsizlikle adam öldürmekten dolayı
sorumlu tutulacağını belirtmektedir. Jean Pradel, a.g.e kn. 479, aktaran: Özcan Onur, s. 212.
[59] Centel/Zafer/Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş,Beta Yay., 3. Baskı,
İstanbul 2005, s. 387.
[60]
Gelişim Hachette Alfabetik Genel Kültür Ansiklopedisi, İnterpress Yay.,
İstanbul 1993, s. 1906.
[61] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku
Genel Hükümler, s. 498.
[62] Dönmezer/Erman, s. 172.
[63]ALİC olarak kısaltılan bu
ilke failin herhangi bir şekilde hareketin yapıldığı esnada kendisini kusur
yeteneğinden yoksun hale getirmesi veya kendinsin kusur yeteneksizliğine neden
olmasının kendisini sorumluluktan kurtarmayacağı anlamını taşır. Bu konuda bkz.
Ünver, Yener, Sebebinde Serbest Hareketler Kuramı, Prof. Dr. Sahir Erman’a Armağan, İstanbul 1999, s. 801 ve devamı.
[64] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., 5. Bası, Ankara 2007,
s. 319.
[65] Yeni
Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Yay., İstanbul 1975, s. 626.
[66] Soyaslan, Doğan, Kriminoloji (Suç ve
Ceza Bilimleri), Yetkin Yay., 3. Baskı, Ankara 2003, s. 81.
[67] Şensoy, Naci, s. 485.
[68] İlkay, Samuk, Tosun, Savrun, Cerrahpaşa Piskiyatri, İstanbul 2002, s.
329.
[69] Özcan, Onur, s. 214.
[70] Malkoç, İsmail, s. 261.
[71] Hastalığın türleri ve
reaksiyonları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Öztürel, Adnan, Adli Tıp, GİM Güzel İstanbul Matbaası, Ankara 1971,
s. 306-307.
[72] Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., 6. Bası, Ankara 2009, s. 318.
[73] Demirbaş, Timur, s. 330.
[74] Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Turhan Yay.,
Ankara 2006, s. 640.
[75] Öztürel, Adnan, Adli Tıp, Gim Güzel
İstanbul Matbaası, Ankara 1971, s. 303.
[76] Centel, Nur, Türk Ceza Hukukuna Giriş, s. 387, 111. no’lu dipnot.
[77] Dinçmen, Kriton;
Deskriptiv ve Dinamik, Psikiyatri, Ar Yayın Dağıtım, İstanbul 1981, s. 102.
[78] Öztürk, M. Orhan,
Ruh Sağlığı Ve Bozuklukları, Hekimler Yayın Birliği 7. Basım, Ankara 1997, s.
175.
[79] Öztürk, M. Orhan, s.
186.
[80] İlkay, Samuk, Tosun, Savrun, Cerrahpaşa Piskiyatri, İstanbul 2002,
s. 340.
[81] Dönmezer, Sulhi, Kişilere ve Mallara Karşı Cürümler, Beta Yay, 17.
Bası, İstanbul 2004, s. 54-55.
[82] Bu görüşler için Bkz. Erem/Danışman/Artuk, s. 520-521.
[83] Akgün, Nejat, Adli Psikiyatri, Ankara 1987, s. 81.
[84] Erdoğan, A. Seviç, Özkepir, Ramazan, s. 45.
[85] Tahrik kavramının adli psikiyatri
açısından değerlendirilmesi için bkz. Dinçmen,
Kriton, Tahrik Kavramının Adli Psikiyatri Yönünden İrdelenmesi Adli Tıp
Dergisi, Cilt: 1 Sayı:1, Adli Tıp
Kurumu, İstanbul 1985, s. 90-94.
[86]
Yarg. CGK’nın 19.11.1990 tarih ve 1-
254/277 sayılı kararı için bkz. Artuk/Gökcen/Yenidünya,
s. 529.
[87] Erem/Danışman/Artuk, s. 520.
[88] Günay, Erhan, Haksız Tahrik, Seçkin
Yay., 1. Bası, Ankara 2009, s. 69.
[89] Alacakaptan, Uğur, s. 123, aynı yönde
bkz. Akgün Nejat, s. 79.
[90] Tutumlu, s. 64, aktaran, Günay, Erhan, s. 70.
[91] Günay, Erhan, s. 70.
[92] ARTUK, M. Emin,
YENİDÜNYA, Caner, Türk Ceza
Hukukunda Haksız Tahrik Müessesesi, Prof. Dr. Ergun Önen’e Armağan, Alkım Yay.,
İstanbul 2003, s. 505. Farklı Görüş İçin Bkz Artuk/Gökcen/Yenidünya,
Ceza Genel Hukuku, s. 547.
[93] 5327
Sayılı TCK m. 82’nin gerekçesi.
[94] Yarg. 1.CD’nin 27.09.1994
tarih ve 1994/2431 E., 1994/2977 K., sayılı kararı (YKD, Yıl: 1995, s. 103
aktaran, Dönmezer, Sulhi, Kişilere ve Mallara Karşı Cürümler, s. 51.
[95] Erem/Danışman/Artuk,
s. 520.
[96] Erem/Danışman/Artuk,
s. 521.
[97] Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Bası Beta Yay., İstanbul,
2010, s. 591.
[98] Altıparmak, Cüneyd, Soruşturma Evresi,
Seçkin Yay., 2. Bası, Ankara 2009, s. 125.
[99] Centel/Zafer, s. 226.
[100] Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi
Hukuku, 2. Kitap, Beta Yay., 17. Bası,
İstanbul 2010, s. 238.
[101] “Akıl hastası şüpheli hakkında kamu davası
açılamayacağına ilişkin yasal bir düzenleme olmadığı, akıl hastalığı nedeniyle
avukat olan şüpheli hakkında kovuşturmama kararı verilemez.” Yarg. 4. CD,
10.06.2009 tarih ve 4326/11761 K., sayılı kararı, Karar için bkz. Yaşar/Gökcan/Artuç, Türk Ceza Kanunu I.
Cilt, Adalet Yay., Ankara 2010, s.
909. Yine YCGK’nın 09.10.2001-10-209/212 sayılı kararında “tam akıl hastası sanığın tedavi ve muhafazasına hükmedilebilmesi için
açılan davada isnat yeteneğinin fiil- fail- isnat yeteneği arasındaki ilişkinin
araştırılabilmesi bakımından bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır. Suçu
işlediği sırada tam akıl hastası olduğu saptanan sanık hakkında emniyet tedbiri
yargılaması sırasında mahkemece CMUK’da
öngörülen yöntemle sorguya çekilmeksizin yargılamanın bitirilerek muhafaza ve
tedbir kararı verilmesi isabetsiz
olduğundan...” denilmiştir. YKD.XXVIII, 03.03.2002 s. 441- 445, Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku
Pratik Çalışma Kitabı, Beta Yay., 2. Bası, İstanbul, 2008, s. 154-155.
[103] Yurtcan, Erdener, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, İstanbul Barosu Yay.,
İstanbul 2010, s. 340-347. Sanık A.. Y..
nin 19.09.2003 tarihinde ruhsatsız tabanca ile N. A’yı öldürmeye teşebbüs
ettiği iddiasıyla 765 sayılı yasanın 448, 62, 32, 33 ve 6136 sayılı yasanın
13-1 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle açılan kamu davası sonunda,
Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince
17.11.2005 gün ve 16/103 sayı ile akıl hastalığı nedeniyle kendisine
isnad edilen suçun hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını
yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış bulunan sanığa 5237 sayılı Kanunun
32-1 maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına Sanığın 5237 sayılı TCK’
nın 5771 -2 maddeleri uyarınca yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve
tedavi altına alınmasına, yerleştirilecek kurumu sağlık kurulunca düzenlenen
raporda toplum açısından tehlikeliliğinin ortadan kalkmasına veya öneli ölçüde
azalttığının belirlenmesine kadar bu koruma ve tedavinin devamına bu hususun
ilgili kurumca mahkemenize bildirilmesi
halinde serbest bırakılması hususunda ilerde tekrar dosyanın ele
alınmasına bu itibarla ilgili kurumun sağlık kurulundan aynı maddenin 3.
fıkrası uyarınca rapor istenmesine bu itibarla dosyanın tasdikli bir örneğinin
ve ilgili kuruma gönderilmesine ve müsadereye hükmedilmiş bu hükmün sanık
müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine de Yargıtay 1. Ceza Dairesince 11.
07.2007 gün ve 3615- 5742 sayı ile sanık ve mağdurdaki yara yerleri yaraların
niteliği ve yararlanma derecelerini de belirtir şekilde raporlarının
aldırılarak sanık müdafiinin olayı gördüklerini söylediği tanıklar H… E… Y… in
dinlenip tüm deliller birlikte değerlendirildikten sonra suçun sübut ve
vasfının belirlenmesi ve buna göre sanığının hukuki durumunun tayini ile hüküm
tesisi gerekirken yazılı şekilde eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması
isabetsizliğinden dolayı bozma kararı verilmiştir.
Bozma üzerine Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine 16.101.2007 gün
ve 254- 320 sayı ile “… Bozma ilamında sanık ve mağdurdaki yaraların mahiyeti
ve olayı görmüş olan iki şahsın dinlenmemiş olmaması gerekçe gösterilerek karar
bozulmuş ise de Adli Tıp Genel Kurulu tarafından verilen rapor karşısında
mağdurun yaralanma derecesi önem kazanmamaktadır. Yapılan yargılamada sanığın
müsned suçları işlemiş olduğu kesin olarak anlaşılmış ancak yukarıda
belirtildiği üzere adli tıp raporuna göre sanığa ceza verilmemiştir. Bozma
ilamında belirtilen eksikliklerin giderilmesi sonucu etkilemediği kanaatine
varılarak bozma ilamına uyulmayarak direnme kararı verilmiştir.” Şeklindeki
açıklama ile “ mahkememizin 17/10 2005 tarih ve 2004 -16 E, 2005/103 K. sayılı
kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan bu kararımızda dilenilmesine.”
denildikten sonra önceki hüküm aynen verilmiş ve bu hüküm sanık müdafii
tarafından eksik soruşturmaya vs. ye yönelik olarak temyiz edilmiştir. Dosya
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bozma istekli, 13. 01. 2008 gün ve 270130
sayılı tebliğnamesi ile 1. Başkanlığa gönderilmekle Ceza genel kurulunca okundu
gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU
Sanık AY’nin
19.09.2003 tarihinde Cuma namazı çıkışında mağdur N.A ya isabet
kaydetmeyecek şekilde tabancayla ateş edip ardından da tabancanın kabzası ile
darp ederek başından yaralaması tarzında gerçekleştiği iddia edilen olayla
ilgili olarak yerel mahkeme ile Özel Daire arasında ortaya çıkan ve Ceza Genel
Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık sanığın akıl hastası olduğunun kesin
olarak belirlendiği durumlarda suçun sübut ve vasfının belirlenmesine yönelik
olarak dosyanın belirlenmesine yönelik olarak dosyanın tekemmül ettirilmesinin
gerekip gerekmediğidir” diyerek akıl hastalığının saptanması durumunda yapılacak
uygulamanın sınırlarını belirleme açısından işlenen fiilin suç oluşturup
oluşturmadığını eğer oluşturuyorsa suç vasfının belirlenmesini ve gerek sübuta
ve gerekse vasfa ilişkin gerekçeli değerlendirmenin hükme dercedilmesini
zorunlu kılmaktadır.
Bu nedenlerle sanığın hukuki durumunun, suçun sübutunu ve
vasfını belirlemeye yönelik araştırmalar eksiksiz olarak yapılarak dosya
tekemmül ettirildikten sonra değerlendirilmesi suretiyle 4271 sayılı yasanın
223/3-a maddesi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına ve 5237 sayılı yasanın
57. maddesi uyarınca akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına
karar verilmesi gerekirken; mağdur ve sanıkla ilgili olarak yara yerlerini de
gösteren ayrıntılı raporlar temin edilmeden, olayı gördükleri sanık tarafından
ileri sürülen h.e ile E Y’nin ifadelerine başvurularak ya da başvurmak
gerekmiyorsa denetlenir gerekçeyle ara kararına konu edilmesi sağlanmadan keza
sanığın, keza sanığın Kazan Sulh Ceza Mahkemesince açmış bulunduğu 2004/31 E.
Sayılı şahsi dava dosyasının onaylı bir örneği dosyaya celbedilip duruşmada
okunarak değerlendirmesi yapılmadan verilen hüküm eksik soruşturmaya
dayanmaktadır.
Öte yandan 5271 sayılı
CMK’nın “Duruşmanın Sona Ermesi ve Hüküm” başlıklı 223. maddesinin 3.
Fıkrasının c bendinden bahsedilmeksizin, 5237 sayılı TCK’nın 32/1. madde ve
fıkrası uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiş olması
nedeniyle, ortada gerçek anlamda bir hükmü de bulunmamaktadır.
Bu itibarla; sanık
müdafiinin temyiz itirazlarının kabulüyle yerinde görülmeyen yerel mahkeme
hükmünün tebliğnamedeki düşünce doğrultusunda bozulmasına ve dosyanın yerel
mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
[104]
Yarg. CGK. 29.02.2000, 1-31/39 sayılı kararında “Savunmalarının farklılık göstermesi veya olayın vahameti sanığın akli
durumu yönünden başlı başına kuşku uyandıracak etkenlerden değildir.”denilmiştir.
Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2006 s. 642, 73. no’lu dipnot.
[105] “Suç tarihinde herhangi bir hastalığı
bulunmadığı saptanan sanığın yargılama sürecinde ortaya çıkan rahatsızlığının
savunma yeteneğini kısıtlar nitelikte bulunup bulunmadığına ilişkin Adli Tıp
Kurumu’ndan rapor alınarak belirlenmesi gerekirken yargılama faaliyetinin
sürdürülmesi hukuka aykırıdır.”Yarg. 1.CD, 27.03.2006, 979, bkz Hakeri, Hakan, Ceza Hukuku Genel
Hükümler, Seçkin Yay., 7. Bası, Ankara 2008, s. 147.
[106]
5271 sayılı CMK m. 223/8 “Türk Ceza
Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma
şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar
verilir…”
[107]
Doktrinde duruşma ehliyeti olarak kabul edilen bu durum, sanığın duruşmada veya
duruşma dışında yapılan muhakemeye ilişkin açıklamaları algılama, gerekli
açıklamaları yapma, makul ve anlaşılabilir bir şekilde savunmayı yürütebilme ve
kendi çıkarlarını yönetebilme yeteneği olarak tarif edilmektedir. Bkz. Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku,
s. 591.
[108] Taner, Tahir, Ceza Hukuku Umumi Kısım,
3. Basım, İsmail Akgün Mat., İstanbul 1953, s. 378.
[109] Tosun, Öztekin, Suç Muhakemesi Hukuku,
Sulhi Garan Mat., 2. Bası, İstanbul
1976, s. 313.
[110]
Yargıtay 765 sayılı TCK döneminde vermiş olduğu bir kararında “işlediği iddia edilen suçlara karşı ceza
ehliyeti tam olan ancak akıl hastalığına yargılama aşamasında yakalanmış olan
sanık hakkında muhakemeye devama ve
neticelerini algılamaktan aciz bulunacağı cezalar tertip etmeye yasal olanak
bulunmadığından; mahkemenin durmasına hükmedilmeli, sanık bir akıl hastalıkları
hastanesinde muhafaza gözlem ve tedaviye tabi tutulmalı amaca uygun aralıklarla
salaha ulaşıp ulaşmadığı sorulup tıbben saptanmalı, hakkında kurulacak ceza
yaptırımı hükmünün nedeni ve sonuçlarını algılama derecesinde salaha kavuştuğu
bildirildiğinde durma işlemine son verilip yargılanması başlatılmalı,
iyileştiğinin tıbbi raporla belirlenmesini takiben sanığın hukuki durumu
değerlendirilerek hüküm kurulmalıdır. Bu merasime uymayan ve tam akıl
hastalığının yargılamaya ve hüküm kurmaya engel olduğunu gözetmeyen yerel
mahkemenin mahkumiyet kararı usul ve yasaya aykırıdır” şeklinde karar
vermiştir. Yarg. 1. CD, 28.06.1995,-1866/2064 YKD XXI, S. 1622, 1623, Bkz. Centel/Zafer, s. 592.
[111]
Eski hale getirme kurumu hakkında Bkz. Centel/Zafer,
s. 481-488.
[112] Şensoy, Naci, s. 507.
[113] Şensoy, Naci, s. 507.
[114]
Bakanlar Kurulu Karar tarihi 20.03.2006 Karar No: 2006/10218, Resmi Gazete No:
26131.
[115] Koca/ Üzülmez, s. 322.
[116] Centel, Nur, Yeni Türk Ceza Kanununda
Cezalar ve Güvenlik Tedbirleri Sistemi, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu, 5.
Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7, s. 61.
[117] Artuk, Mehmet Emin, Yeni Türk Ceza
Kanunun Genel Hükümlerine İlişkin Düşünceler, Yeni Türk Ceza Kanunu Sempozyumu,
5. Mart 2005, TCH. Türk Ceza Hukuku Derneği Yayın No: 7, s. 30.
[118] Artuk, Mehmet, Emin, Güvenlik
Tedbirlerinin Genel Esasları, Alman-Türk Karşılaştırmalı Ceza Hukuku Cilt III,
Yeditepe Üniversitesi Yay., İstanbul 2010, s. 279.
[119] Nuhoğlu,
Ayşe, s. 107.
[120] Nuhoğlu,
Ayşe, s. 201.
[121] Nuhoğlu,
Ayşe, s. 201.
[122] Malkoç, İsmail, s. 260.
[123]
Kişideki tehlikelilik halinin saptanmasının kanuna mı yoksa yetkili merciin
takdirine mi bırakılması gerektiği konusunda Mukayeseli hukuktaki düzenlemeler
için bkz. Artuk, Mehmet, Emin, agm.,
s. 280-281.
[124]
Doktrinde bu sistem ceza ve güvenlik tedbirinin birbirinin yerine uygulanması
sistemi olarak adlandırılmaktadır. Bu sistemde kusurlu fiili nedeniyle fail
hakkında önce ceza tayin edilmekte ancak bu cezanın infazının devamı sırasında
ceza yerine tedbir ikame edilebildiği gibi istenen amacın elde edilememesi
halinde cezaya da dönülebilmektedir. Bu sistem bir çok hükümlünün tedavi sürecinde
kasti hareketler yaparak bu tedbirin uygulanmasına muhalefet ederek daha kısa
olan cezanın infazını temin etmeye çalışabilmesi dolayısıyla eleştirilmektedir.
Bkz. Çolak/Altun, Ceza Ve Güvenlik
Tedbirleri, Bilge Yay., 1. Bası, Ankara
2007, s. 771.
[125] Ceza
Muhakemesi Hukukunda kesin hükmün etkisine ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Yurtcan, Erdener, Kesin Hükmün Ceza
Muhakemesini Önleme Etkisi, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul 1972.
[126] Tosun, Öztekin, s. 321.
[127] Özkepir, R., Erdoğan, A.S, Kasten Adam
Öldürme Suçları (Açıklamalı- İçtihatlı) Seçkin Yay, Ankara, s. 41.
[128]
Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 14.11.1995 tarih ve 10075/10639 sayılı kararı,
bkz, Yerli, F. Kemal, Öğretide ve Uygulamada Akıl Hastalıklarından Epilepsinin
Ceza Hukuku Açısından Etkisi ve Sonuçları, http://www.yeniforumuz.biz/showthread.php?401462-%C3%B6%C4%9Fretide-ve-uygulamada-akil hastaliklarindan-epilepsi (26.10.2010).
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilfizik tedavi ve rehabilitasyon alanında bilmeniz gereken tüm detayları sağlık sitemizde keşfedebilirsiniz.
YanıtlaSilhttps://www.tahlilsonuclari.web.tr